FİNAL
Karanlık. Hem de fazlasıyla karanlıktı. Kasvetli ve boğucu ortam beni öyle bir ele geçirmişti ki hareket dahi edemiyordum. Tüm sesler kesilmişti. Karanlığa mahkum olmuştum fakat başım dönüyor ve midem bulanıyordu. Ölü bir ruhun veya bedenin midesi nasıl bulanırdı, nasıl başı dönerdi? Her ölen kişi benim şimdi yaşadığım şeyi mi yaşıyordu?
Ben gerçekten ölmüş müydüm? Ruhum bedenimden alınmış mıydı? İstila'ya karşı olan savaşımı kaybetmiş miydim? Ve ben nasıl ölmüştüm? Yaralı değildim. Açlık ve yorgunluk olabilir miydi? Benim hayatımın sonlanması gerçekten bu kadar basit bir şekilde miydi? Bu kadar zayıf bir varlık olamazdım.
Ailem nerede? Annemi, babamı ve kardeşimi istiyordum. Büşra, Zeynep, Görkem, Barış ve Emir nerede? Onlara kavuşmuş olmam gerekiyordu. Onlara sarılıp bu karanlıktan uzaklaşmak istiyordum. Onlar bu koca bir hiçlikten ibaret olan karanlığı aydınlığa çevirebilecek tek kişilerdi. Onlara ihtiyacım vardı. Onların kokusunu, seslerini, kahkahalarını, nefes alıp verişlerini ve ruhları ile bedenlerini özledim. Artık kavuşma vaktimiz gelmemiş miydi? Bu uzun ayrılık artık bitmeliydi. Onları istiyordum. Peki ya onlarda şuan bu karanlığın içindeler miydi?
Ölümden sonrasını hiçbir zaman bu kadar karanlık ve sessiz olarak düşünmemiştim. Aksine dünyadan da daha çok renkli ve baş döndürücü olduğunu düşünmüştüm. Evet, bir karanlığa mahkum olacaktım. Fakat bu kısa süre olmalıydı ve ben beyaz ışığı görmeyi hayal etmiştim. Benim düşündüğüm ölümden sonrası böyle değildi. Bu fazla korkunçtu. Bu zavallı hissettiriyordu. Bedenim titriyordu ancak hareket edemiyordum. Adeta bedenimin her bir yanını makineler sarmıştı ve acıyı hissediyordum. Öldükten sonra insan sonsuza dek bu acıyı mı çekecekti? Ben öldükten sonra tüm acılarımızın dinip ölen sevdiklerimizle kavuşmayı hayal etmiştim. Ölümden sonrası bu kadar korkunç olmamalıydı. Dünya artık o kadar kötü bir yerdi ki ölümden sonrasının dünyadan daha iyi olduğunu düşünmüştüm. Ancak öyle değildi. Burası bir terk edilmiş yer gibiydi ve hem üşüyor, hem de korkuyordum. Ben dünyaya geri dönmek istiyordum...
Tüm bunlar kafamın içinde beni daha da kötüleştirdiğinde ve bir daha buradan çıkamayıp karanlığın içerisinde mahkum olduğumu düşündüğüm esnada bir anda etrafımdan küçük loş beyaz ışıklar teker teker yanıp sönmeye başladı. Tüm bu ışıklar karanlığı bir yandan aydınlatırken bir yandan da etrafımdan makinelerin tarif edemeyeceğim şekilde tiz ve yoğun sesleri kulaklarımı dolduruyordu. Her şey hızlıca oluyordu ve tüm bunlar olurken ben çırpınmaya çalıştığımda asla tanımadığım yabancı soğuk eller vücudumla temasa girip beni sıkıca tutuyordu.
Kollarım, ellerim, dizlerim, bacaklarım ve boynum. Her bir yanımı yabancı eller sarmıştı ve bu dokunuşlar beni öyle bir korkutuyordu ki o an Arda'ya defalarca kez lanet ettim. Bana öyle bir travma bırakmıştı ki bu dokunuşlar aklımı kaçırmama neden olacaktı. Bu dokunuşlara engel olup çığlık atmak istiyordum. Ancak olmuyordu, yapamıyordum. Tek yapabildiğim şey gözlerimden öfkeli bir yağmur gibi damlalar dökmekti. Bir zavallıydım.
Işıklar gidip gittiği sırada bir anda kulaklarımı makinelerin dışında ölmeden önce duyduğum iki yabancının sesi doldurdu ve korkuyla onlara kulak verdim.
"Kalp ritmi çok hızlı. Bu gidişle kriz geçirip ölecek!"
"Hayır bu olamaz. Bu deneyler yüzünden dördüncü bir denekin daha ölmesine izin veremeyiz! Üstelik bu kız en önemli deneklerden birisi."
"Biliyorum! Makineler artık ona zarar veriyor olmalı. Vücudunda ki tüm makine hortumlarını çıkarmamız gerek."
"Bu denekin uyanacağı ya da öleceği anlamına geliyor."
"Başka bir şansımız yok doktor. Bu işi hemen şimdi burada halletmemiz gerekiyor."
"Peki, başlıyoruz o halde."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstila
Action"Buradan ikimizin bedeni sağ çıkamayabilir ama sen ikimizin kalbini yaşatıyor olacaksın." Bir yaz kampına eğlenmek için giden yüzlerce genç. Orman da hepsi on beşer gruplara dağılmış. Fakat başlarına geleceklerden hiçbirinin haberi yok. Bir istila...