dört °sarı ipler

29 6 76
                                    


°°°

İki gündür evden hiç çıkmamıştım. Hafta sonu olduğu için okul olmadığından ölü gibi evde durmuş başka hiçbir şey yapmamıştım. Pek keyfim yoktu ve enerjim tükenmiş gibiydi.

Şimdi ise sıkıcı bir haftasonunu geride bırakmış haftanın ilk günü okuldan çıkmıştım. Bir süredir Hoseok hyungun yanında oturuyordum, o ise işleriyle ilgileniyordu. Yorgun olduğumdan kalkıp eve gitmeye çok üşeniyordum. Aslinda ev yerine ilk parka gitmeyi düşünürdüm ama orayada gitmek istemiyordum. Hiçbir şey olmamıştı, olumsuz bir şey yaşamamıştım. Fakat mutsuz olduğumda ilk gitmek isteğim yere şimdi gitmek istemiyor gibiydim.

Önümde kağıtlarla uğraşan hoseok hyungun aniden ayağa kalkmasıyla dülüncelerimden çıktım. "Jungkook benim aşağı inmem gerekiyor işlerim var. Yorgun gibisin gel benimle sen de çıkarsın şirketten." Kafamı olumlu anlamda sallayarak oturduğum deri koltuktan kalkıp kapıya yöneldim.

"Jungkook havalar çok soğuk kendine dikkat et. Çok çabuk hasta oluyorsun." Bir yandan asansöre binmiş bir yandan da hoseok hyungu dinliyordum. "Tamam hyung."

Zemin kata gelen asansörün açılan kapısıyla dışarı çıktım. Hoseok hyung yürürken yakaladığı biriyle elindeki kağıtlar hakkında konuşurken bende etrafı izliyordum. Gözüm sakin bir şekilde etrafta dolaşırken iki gündür görmek istediğim o yüzü görmek istiyordum. Hyung yanımda derin bir konuya dalmış karşısındaki kişiye işle alakalı önemli konular konuşurken, ben ise daha dikkatle etrafa bakındım.

Karşımda duran bir kapının açılmasıyla elinde her zaman tuttuğu evrak çantası, boynundan çıkarmadığı kravatı, onu ilk gördüğüm zaman üstünde olan kahverengi uzun kabanı ve yorgun gözüken gözleri karşımda bulundu. Yavaş hareketlerle çıktığı odanın kapısını kapattı. Boş olan eliyle dağılmış saçlarını geriye iterek kabanının cebinden telefonunu çıkartıp olduğu yerde durdu ve telefonundan bir şeyler bakmaya başladı.

Hızla yanımda olan hoseok hyunga dönerek koluna dokundum. "Hyung bir şey sorabilir miyim?" Hyung yanında konuştuğu çocuğu göndererek bana döndü. "N'oldu sor bakalım."

Ellerim beyaz atkımda kafamdaki soruları toparlayarak karşı tarafta elindeki telefonla uğraşan adama döndüm. "Hyung şurada duran adamı tanıyor musun?" Tekrar yanımdaki bedene döndüm. Yüzünde düşünür bir ifade varken bakışlarını bana çevirdi. Merakla ona baktığımı fark edince soruma cevap vermek yerine bana sorular sormaya başladı.

"Neden, tanıyor musun sen Jungkook?"

Kafamı hızla hayır anlamında salladım ve atkımda duran ellerimi havaya kaldırıp sallayarak tanımadığımı belli ettim. "Hayır hyung, ben nerden tanıyayım ilk defa gördüm."

Bana şaşırmış bir şekilde bakarken elindeki kağıtları yanında durduğumuz boş masaya koyup tekrar bana döndü. "Neden soruyorsun ki o zaman?" Ne diyeceğimi bilemeden ayakta dikilirken aklıma gelen ilk şeyleri söylemeye başladım.

"Şey hyung benim arkadaşım Jisung varya, ben işte onun abisine benzettim o yüzden sordum. İsmini biliyor musun sen?" Kafasını anladığını belli eder şekilde sallayarak bakışlarını karşımızda her şeyden habersiz telefonla uğraşan adama çevirdi.

"Evet tanıyorum. Pek bir konuşmuşluğumuz yok, sessiz sakin kimseyele pek iletişime geçmeden işine gelip giden birisidir. Sanırsam ismi Taehyung'du... Kim Taehyung."

Aldığım bilgiyle hafifçe gülümserken iki gündür bir anda kaybolan keyfim ve enerjim tekrar geri gelmişti. "Ah bu arada bu şirkette genelde dedikodular çabuk etrafa yayılır, sanırsam arkadaşının abisi bir kaç hafta sonra işten çıkacak, yorgun da gözüküyor bir sorunları yok değil mi?"

hüznün otuzuncu günü Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin