Adımlarım geri geri gidiyordu.Alaya girdiğimde, arkamı dönüp kaçmak istiyordum sadece. Ama yüksek topukluların üzerinde, askerin bana gösterdiği yolda ilerledim. Büyük binanın önünde durduğumda kapılar açıktı. Sessizce içeri ilerledim.
"Sen kimsin?" dedi elinde bardaklar olan asker. Er olmalıydı, omuzlarında ya da kolunda bir şey görememiştim.
"Albay Erhan Türkmen'le görüşeceğim," dedim. Niye cevap verdiğimi de bilmiyordum. Başını salladı ve yanımdan geçti. Göz devirdim. Adımlarım kapısında Erhan Türkmen yazan odanın önünde durdu. Elimi yumruk haline getirdim. Kapıya vurdum. "Gel!" Sesiyle içeri ilerledim.
Beni gören adam gülümsedi ve ayaklandı. "Hoş geldiniz Rena Hanım," dedi. Koyu kumral saçları yer yer beyazlamıştı. Kahverengi gözleri boş bakıyordu ama yüzü gülümsüyordu.
"Hoş buldum Albayım," dedim ve uzattığı elini sıktım.
"Buyurun," dedi koltuğu işaret ederek. Yavaşça oturdum. "Ne içersiniz?" diye sordu.
"Bir kahve içerim," dedim. Hemen telefona uzandı. "Oğlum bize iki kahve," dedi. "Sade mi içersiniz?" Başımı salladım. "İki sade kahve." Telefonu kapatıp bana döndü. "Sizi dinliyorum Rena Hanım."
"Yardımcı olabileceğim bir şeyler var mı diye sormak için geldim Albayım," dedim. "Biliyorsunuzdur klinik açtım. İhtiyaç halinde sizin yolladığınız askerlerle görüşebilirim. Sivil olarak." Başını salladı.
"Şu an açığımız yok, çalıştığımız psikiyatrlar var ama yardımı isteğinizi geri çeviremeyeceğim. Sizinle çalışmasını istediğim kişiler var." Bakışlarım kısıldı. "Yeni birini aldık," dediğinde kapı çalındı. Kahveleri getiren asker gidene kadar sustu. "Ahmet Arslan'ı tanıyor olmalısınız." Başımı salladım. Namı değer Dexter'dı.
"Onunla çalıştığınız için şimdi tekrar sizinle çalışmasını istiyorum. Bir aylık deneme süresinde. Sizin fikirleriniz bizim için çok önemli olacaktır."
"Elbette," dedim kahvemi yudumlarken. "Yardımcı olabileceksem mutlaka bir şeyler yapmak isterim." Gülümsedi.
Kahveleri içene kadar ara ara sorular sorsa da sessizdik. Sonra bir telefon geldi. Açtı. "Sorgu bitti mi?" diye sordu. "Tamam, müsteşar onu istiyor. Sen götüreceksin." Kiminle konuştuğunu bilmiyordum ama dikkatle dinledim. "Sen götüreceksin. Riske atamam, o herif önemli." Başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi yaptım. Hogir'den bahsediyor olmalıydılar. Onu askeriyeden çıkaracaklar mıydı? "Tamam geliyorum," dedi ve kapattı telefonu. "Rena Hanım," dediğinde gülümseyerek ayaklanmıştım. Uzattığım elini sıktım.
"Çok memnun oldum, telefon numaramı şöyle bırakayım," dedim çantamdan çıkardığım kartı masasına bırakarak. "Benimle iletişime geçerseniz, dilediğiniz konuda yardımcı olabilirim."
"Çok teşekkür ederim," dediğinde gülümsedim.
"Allah yardımcınız olsun Albayım," dediğimde o da gülümsemişti. Başımla hafifçe selam verdim ve odadan çıktım. Kimseyle karşılaşmamak için askeriye koridorlarından hızla geçerek binadan çıktım. Çıkışa ilerlerken, "Yenge!" Sesi beni durdurmuştu. Dişlerimi sıkarak arkamı döndüm. Üniformaları içerisinde Mert ve Tarık bana doğru geliyorlardı. "Hayırdır yenge?" dedi Tarık benim yanıma gelince.
"Albayla görüşmem vardı," dedim. "Siz napıyorsunuz?" Sırıttı Mert.
"Görev varmış galiba, umarım güzel bir yeredir." Kıkırdadım.
"Sağ salim dönün de," dedim. "Başka bir şey istemiyorum."
"Alıştın he sen bize," dedi Tarık.
"Oğlum benim çevrem üniformalı dolu," dedim. "Ben hep bekleyenim. Alışmak zor olmadı."
"Doğru Hancık varmış bir de," dedi Tarık. Gözlerim kısıldı.
"Tanışmış mıydınız?" Cıkladı.
"Daha değil, Efe abiden duyduk."
"Onun ağzında tuttuğu bir şey var mı, soruyorum sadece."
Cıkladı Mert. "Zannetmem," dedi. Tarık'a baktı. Tarık da cıkladı. "Ben hiç zannetmem," dedi. "Gerçi sır küpü adam ama özel hayatta değil be yenge."
"Çok garip insanlarsınız," dedim başımı iki yana sallarken.
Sırıttı Mert. "Komutanım daha gariptir," dedi Tarık. "Biliyorsundur sen gerçi."
Gözlerim irileşti. "Onu da mı söyledi?!"
Tarık dudaklarını birbirine bastırdı. "Pes!" dedim ve arkamı dönerek ilerledim. Arkamdan gülüştüklerini duydum. Güldüm ve askeriyeden çıktığım gibi arabaya bindim. Hemen telefona uzandım. Kartımı çıkardım başka bir kart yerleştirdim ve kayıtlı numarayı aradım.
"Sevgilim?" dedi Alexey açtığı gibi.
"Hogir'i çıkartacaklar," dedim arabayı sürmeye başladığımda. "Bana Ankara'dan bir ekip ayarla, yolu tahmin ediyorum. Bilgileri geçeceğim ben sana."
"Yanlış tahmin olmasın?" dedi.
"Sorun değil," dedim. "Gittiği yerin çıkışı da olur. Askeriyeden daha güvenli saldıramayacağımız bir nokta yok."
"Müsteşar özel harekata ziyaret yapmış biliyor muydun?"
"Bugün mü?"
"Evet."
"O zaman tahminim doğru. O yoldan özel harekata gidecekler."
"Özel harekatta içeriden tanıdığın var değil mi?" Dişlerimi sıktım.
"Var ama yardımcı olmaz bize şimdilik. Bilgi de alamam, vakit yok."
"Tamam, sen hazırlan ben ekibi ayarlıyorum."
"Tamam," dedim ve kapattım telefonu. Arabayı merkezdeki otellerden birine sürdüm. Arabayı birkaç sokak arkada bıraktım. Otele yürüdüm. Giriş yaptım ve hazır odanın kartını alıp ilerledim. Hazır odalar bulunduruyorduk her duruma karşılık. Şu an da acil durumlardan birindeydik. Odaya girdiğimde hızla üzerimdekilerden kurtuldum. Siyah pantolon, kazak ve mont giydim. Peruğu başıma yerleştirdim. Şapkayı yüzümü örtecek şekilde taktım. Gözlerime lensleri takmayı unutmadım. Siyah deri eldivenleri giydim. Postalları da giydikten sonra üzerime alabildiğim kadar silah aldım. Odadan çıkıp arka kapıya ilerledim. Arka kapı restoranların da olduğu sokağa açılıyordu. Buradan gelip geçen çok olurdu. Aralarına karıştım. Sokaklardan geçtim. Alexey ekibin beni beklediğine dair mesaj atmıştı. Taksiyle yakın bir mesafeye gidip kalanını yürüdüm. Yürürken boğazımdaki maskeyi burnumun üzerine kadar kapattım.
Ekibin beklediği binaya ilerlediğimde, birden birinin beni kilide alıp başıma silah dayaması bir olmuştu. Kurtulabilirdim ama uğraşmadım. "Alexey," dedim sadece. Geri çekildi.
"Pardon," dedi Rusça. Arkamı döndüğümde dövmeleri dikkatimi çeken adama baktım. "Nişancı hazır mı? Aşağıda grup var, değil mi?"
Beni nişancının olduğu kata götürdü. "Biz lastikleri halledeceğiz, iki grup aşağıda. Biri aracın içine c4 yapıştırmaya çalışacak. Olmadı patlatacağız."