EN BÜYÜK ACI

45 25 8
                                    

5.BÖLÜM
Bir hafta sonra;

Telefonum çalmaya başladı. İsim yazmıyordu, arayan numarayı da tanımıyordum.

Telefonu açtım;

-Alo Deniz!

Sesi duyduğum anda telefonu kapattım. Olamaz! Beni aramış olamaz! Bu nasıl bir insandı böyle, onca zaman sonra beni hala ne yüzle arıyordu. Son görüşmemizde öfkemi, nefretimi yeterince kusmamışmıydım üzerine, nasıl oluyordu da beni hala arayabiliyordu. Ellerim titremeye başladı, nefes alamıyordum. Kulaklarım çınlıyor, kalbimin çarpıntısı göğüs kafesimi zorluyordu. Tüm bunları çok uzun zamandır yaşamamıştım ve artık geçtiğini düşünüyordum. Meğer pusuya yatmış dişi bir aslan gibi onu besleyecek bir acı bekliyormuş. Evet, panik atak nöbeti geçiriyordum, balkona çıktım derin derin nefes almaya çalıştım. Nefes almakta zorluk çekiyordum. Gözümün önünde duran o anı beni derin bir suda boğuyordu. Korkuluklara tutundum ve kontrollü bir şekilde nefes almaya çalıştım. Geçip gidecekti bu atak, tıpkı diğerleri gibi bunu da atlatacaktım. Gözümün önündeki görüntüden kurtulmaya çalışarak aldığım nefesleri sayıyordum. Her geçen dakika biraz daha hafiflemeye başladığını hissede biliyordum. Zamanında çok daha şiddetli ataklar atlatmıştım. Nefes almaya devam etmeliydim.

O sırada kapı çalmaya başladı. Barış beklemekten sıkılıp yukarı çıkmış olmalıydı, kendimi toparlayıp kapıyı açmam gerekiyordu. Göğsümdeki baskı nefes almamı zorlaştırıyordu, kontrollü bir şekilde nefes alıp vermeye devam ettim, çok yorgun ve bitkin hissediyordum. Yavaş adımlarla içeriye doğru girdim ve kapıya doğru ilerlemeye çalıştım. Kapının hemen yanındaki askılığa tutundum ve kapıyı açtım. Tutunduğum yeri bıraktığım anda sendeledim, hızlı bir refleks ile beni yakaladı ve kucağına aldı.

-İyi misin, neyin var?

-İyiyim merak etme.

Beni bu halde görmesini hiç istemezdim ama beklide artık beni yaralayan, hayatımda kapanmayacak izler bırakan acıları ona da anlatmalıydım. Kim bilir belki de yaşadığım her şeyi içime atmaktan bu hale gelmiştim, sessizliğim ağır geliyordu artık bedenime. Ruhumdaki yorgunluk hiç bitmiyordu. Hayatımın en mutlu günlerini çocukluğumun bir döneminde bıraktığımı düşünürken, Barışla yeniden ve gerçekten mutluydum. Ona güveniyordum, diğerlerinin aksine yanımda olacağını ve beni anlayacağını biliyordum.

"Beni koltuğa taşıdı ve hemen yanımdaki sehpada duran suyu uzattı, bir yudum aldım..."

-Sana ne oldu böyle, hastalandın mı?

-Hayır, hiç beklemediğim bir telefon aldım. Amcam aradı.

-Amcan mı? Kötü bir haber mi aldın?

-Hayır, daha doğrusu neden aradığını bilmiyorum. Sesini duyunca telefonu kapattım.

-Bana her şeyi anlatabilirsin biliyorsun değil mi?

-Evet, biliyorum ama inan şuan çok yorgunum.

-Biraz uyumaya çalış uyandığında eminim daha iyi hissedeceksin.

"Onu onayladığımı söylercesine başımı salladım ve koltuğa uzanıp gözlerimi kapattım."

Ne kadar sürdü bilmiyorum. Lüsid bir rüyanın içinde sıkışıp kalmıştım.

Uyan deniz bu bir rüya sen şuan bu sokakta değilsin! Yıllar önce arkanda bıraktın sen burayı uyan! Lütfen, Uyan!

Bütün çığlıklarım boşunaydı, istemediğim halde durmadan adım atıyordum. Ruhum ve bedenim ayrı yönlere doğru hareket etmek istiyordu. İstemsizce attığım her adım beni o eski pas tutmuş mavi kapının önüne getirmişti. Titriyordum evin içerisinden çığlık sesleri geliyordu. Koştum bahçeyi geçtim ve giriş kapısından içeriye girdim. İşte oradaydım! Hayatımın değiştiği o merdivenlerin tam önünde duruyordum. Birden bir gürültü koptu, annemin cansız bedeni ayaklarımın dibine düştü! Her yer kan içindeydi ve çığlık sesleri yükseliyordu, olduğum yerde öylece duruyordum, vücudum kaskatıydı kımıldayamıyordum. Merdivenlerden koşarak inen o kız çocuğunu gördüm. Annesine sarılıp feryat eden o küçük kız çocuğunu!

BANA RAĞMENWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu