"Ondan nasıl vazgeçeceksin peki?"Hande, bakışlarını elindeki bardağın içindeki beyaz sıvıdan ayırmadan gülümsedi. Bir soru insanın canını bu kadar yakabilir miydi diye düşündü. Bardağı masadan kaldırdığı gibi içindekini yarıladı.
"Yavaş iç be çarpmasın sonra?"
Diğer sorusundan farklı olarak bu sorusuna karşı tepkisiz kalmadan bardağı tekrar masaya geri bıraktığında gözlerini devirerek arkadaşına baktı. Bu bakış Bekir için yeterliydi. Alayla sırıtırken elini havaya kaldırarak, "Boyumun ölçüsünü aldım," diye mırıldandı.
"Ez qet nikarim dev jê berdim."
(Ondan asla vazgeçemem)Bir anda sesli düşündüğü yanıtı dudaklarının arasından fırladığında Bekir elini omuzuna bırakarak güç verircesine sıktı.
"Ben sadece vazgeçmek zorunda bırakıldım. İkinci kez."
Nadiren ağlardı. Bugüne kadar da sadece Bekir görmüştü gözyaşlarını. O da o malum gün kaybettiğini ilk kez anladığında sıkışmışlık duygusunun pençelerinde ezilirken, ruhu sabredemeyecek kadar daralırken bırakmıştı kendini. Şimdi yine aynı durumdaydı. Ancak bu seferki tamamen farklıydı. Ötekine bir şekilde dayanmıştı ama onu daha yeni tanımasına rağmen yokluğuna alışabileceğini sanmıyordu.
"Seni seviyor gibi görünüyor Hande, emin misin?" diye sordu Bekir bir kez daha ve Hande hızlı, öfkeli bir şekilde elinin tersiyle yanağını silerken yüzündeki tiksintiyle konuştu.
"Eminim. Hangi kadın vajinasının içinde penis olan birini normal bir erkeğe tercih etmek ister ki?"
Titreyen ellerini örgülü saçlarının arasından geçirdiğinde yüzündeki tiksinti daha da büyüdü. İlk defa kendiyle ilgili düşüncelerini açık bir şekilde dile getiriyor, bir nevi olduğu şeyle yüzleşiyordu.
"Ne olduğumu bile bilmiyorum. Evde kardeşlerim bana seslenirken abla mı abi mi desin bilemiyorlar bile, yüzüme bakan boş bakışlar nefesimi kesiyor anlıyor musun?"
Yüzünü dönüp Bekire baktığında yanağındaki ıslaklığı artık silemez haldeydi. İç çekerek konuşsa da Bekir söylediği her kelimeyi anlıyordu.
"Gece uyuduğunda farkında olmadığını düşünürken annenin saçlarını okşayıp keşke normal bir erkek olarak doğmuş olsaydın. O zaman bu kadar acı çekmek zorunda kalmazdık demesi ne kadar acı bir şeydir bilmiyorsun."
Bekirin yeni doldurduğu rakı bardağını bir kez daha fondip yaparken arkadaşı bu sefer onu uyarmadı. Sabırla bardağı yeniden doldurdu.
"Kendimi bildim bileli aynaya bakmadım ben. Odamda tek bir ayna bile yok. Ben kendimden bu kadar nefret ederken sence birinin beni sevdiğine inanabilir miyim?"
Hayır anlamında kafasını sağa sola sallarken Bekirin gözleri de ıslaktı. Elini uzatıp bir kez daha Hande'nin omuzunu sıktı. "Geliyorlar, toparlan," dedi kafasıyla serasının uzağında kalan evlerinden çıkan ikiliyi gösterirken.
Hande, anında omuzlarını dikleştirerek ellerinin arkasıyla gözyaşlarını kuruladı.
"Afiyet olsun."
Bekirin karısının söylediği sözlere karşı Hande kafasını kibarca sallayarak gülümsedi. Bakışlarını kaydırıp hala ayakta sol tarafında duran Zehra'ya bakamıyordu. Tuhaf bir şekilde onunla göz göze geldiği an Zehra'nın sanki ağladığını öğreneceğini hissediyordu. Bu ihtimal ödünü koparmıyor değildi. Onun gözünde iyice korkak, sefil birine dönüşmek istemiyordu. Fakat yanılıyordu. Zehra'nın onun ağladığını görebilmesi için gözleriyle göz göze gelmesine ihtiyacı yoktu. Kızaran yanağından ve kirpiklerinin ıslaklığından ağladığını hissedebiliyordu. Kendi utancına bağlıyordu bu durumu. İçi Hande'yi hayal kırıklığına uğratmanın verdiği vicdan azabıyla kavruluyordu.
"Zehra, otursana," dedi arkadaşı ve Zehra, çok fazla dibine sokulmamaya dikkat ederek Hande'nin yanına oturdu.
"Hande'yle nasıl arkadaş olduğumuzu size anlatayım mı?"
Bekirin sesi masadaki kasvetli sessizliği dağıttı. Zehra ilk defa bakışlarını doğrudan Hande'nin arkadaşının gözlerine kaydırıp gülümsedi. Hande, hakkında duyduğu her yeni şey istemsizce yüzünü güldürüyordu.
"Ergenlik dönemimdeydim," dedi Bekir, o esnada Hande'ye bakarak pişkince sırıttı. "İkimizde öyleydik." Bakışları yeniden Hande'den, Zehra'ya kaydı. "Fakat Hande her zamanki gibi benden daha olgundu. O hiçbir zaman çocuk olmadı."
Bir an için sesi kısıldı. Söylediği şeyin farklı anlaşıldığının kendisi de farkındaydı. Bu yüzden de bakışlarını anında gözleri buğulanan Zehra'nın yüzünden çekerek masadaki kendi ellerinin üzerine bıraktı.
"Kanım deli akıyordu. Tüm yanadaki en güçlü erkeğin ben olduğumu düşünüyordum. Annemlerin defalarca gitmemem için beni uyardığı dağın yamacında koşturmayı sevdiğimden Hande de benim yüzümden defalarca tehlike yaşamak zorunda kaldı. Bir keresinde yanlışlıkla bir teröristin eline geçtim. Beni dağa sürükleyecekken Hande son anda yetişip adamı taşla kafasından yaraladı. Ben de o esnada onun elinden kurtulup kaçtım. Sonrasında ara sıra buluşup at sürdüğümüz arkadaşlığımız sıkı bir dostluğa dönüştü. Bu aradan atlamadan söyleyeyim bu köyde Hande'den iyi at süren birini daha bulamazsınız. Herkesin beş günde gittiği yolu o iki günde tamamlar. Parsı da kendisi kadar çatlaktır."
Hande bu sefer gülümsedi. Bakışları istemsizce uzakta otlayan hayvanına kaydı. Pars bu hayatta onun olan yegane şeydi.
Elindeki kadehi bir kez daha bitirdiğinde Bekir yenisini doldurmadı. Hande de zaten doldurmasını istemiyordu. Erken kalkmaları gerekecekti ve bu geceyi aşacak kadar yeterince gevezelik etmişti. Bu yüzden de kadehini bitirir bitirmez doğrudan ayağa kalkarak, "Biz izninizi isteyelim, yarın erken kalkmamız gerekecek," diye mırıldandı. İlk defa dilinin kelime tutmayacak kadar kaydığını hissedebiliyordu. Neredeyse yarım yamalak konuşmuştu. Ayağını masadan kenara attığında yerinde sendeledi ancak ayakta hazır bekleyen Zehra anında kolunun altına girerek kolunu sırtına sardı.
"Hande, hadi artık gidelim," dedi yavaş ve ikna edici bir sesle. Onlar için oda evin en üst katına hazırlanmıştı. Bekirin karısı Hande'nin her geldiğinde çatı katında kalmayı sevdiğini, geceleri yıldızları izlemekten keyif aldığını söylemişti. Bekir bunu karısına anlatırken yeni evliler için romantik bir oda hazırlamayı es geçmemesini de tembihlemişti anlaşılan. Çünkü Zehra odaya şöyle bir göz attığında odanın köşelerinde yanan lambaların güzelliğiyle büyülenmişti. Oda tamamen ahşaptan ibaretti sadece bir bölümü boydan boya tavana kadar uzanan camla kaplıydı. Gerçekten de oradan gökyüzü apaçık bir şekilde görünüyordu. Bekirlerin ailesinin durumları Hande'ninkinden katbekat daha iyiydi. Hatta köyün en zengini bile olabilirlerdi. Zehra daha önce hiçbir yerde böylesine bir ev görmemişti. Burası hiç şüphesiz bir ev değil, konaktı...
"Dikkatli ol," dedi Hande'yi kapıdan geçirip yatağın yanına doğru götürürken.
"Gidecek biri için fazla düşüncelisin."
Hande'nin ayakları yatağın köşesine yaslandığında Zehra kafasını kaldırarak doğrudan gözlerine baktı. Oradan görebileceği en ufak bir umut kırıntısına bile muhtaç hissediyordu.
Sesi titrerken, "Kalmamı mı isterdin?" diye sordu.
Hande ise ona bir süre daha sessizce baktıktan sonra keskin bir şekilde hayır deyip kafasını salladı ancak son anda başını önüne eğip alnını alnına yaslayarak fısıldadı.
"Ben vedalara alışığım."
Sesinde hüzün olsa da yüzü gülümsüyordu. Zehra, bunu yanağına yerleştirdiği parmaklarının altındaki gerginleşen kaslarından anlayabiliyordu.
"Ama yine de sen her vedadan daha zorlayıcısın."
Hande'nin yüzündeki sırıtış yeniden dolduğunda Zehra dudaklarının üzerinde yumuşak bir temas hissetti. Anında ona cevap vermek için karnında uçuşa geçen yüzlerce kelebekle savaşmak zorunda kaldı. Özlemine karşı direnirken aynı nahiflikle o da dudaklarına konan öpücüğe karşılık verdi. Yine de Hande bunu devam ettirmedi ve öpücüğü derinleştirmeden kafasını geri çektiği gibi sırt üstü kendini yatağa bırakarak gözlerini kapattı. Hala kapalı gözlerle aynı kelimeleri mırıldanıyordu.
"Sen bildiğim her vedadan daha zorsun."
Ömrümü yiyenlerde bugün zirveye yerleşen bölüm. Tüm taslaklarım evde ben de yurt dışındayım. O yüzden her hikayeme bölüm atamıyorum şimdilik. 🤍
Yorumlarınızı bekleyeceğimmm