Cenaze töreninde ayakta zor duruyor, kalabalığın önünde duran yüksek masanın üzerindeki metal rengi tabuttan gözlerini ayırmıyordu. Kalabalığın arasında ağlayan tek tük insan vardı. Bunlardan biri yengesi, diğeri Ada, bir başkası ise tanımadığı bir adamdı. Salonun boğucu havasını teneffüs etmek gittikçe zorlaşıyordu. Neden bu kadar etkilenmişti? Dayısından nefret ettiğini zannederken, ölümünün onda zerre his uyandırmayacağını iddia ederken.
Başkan, Taylan Bey'in ölümü hakkında hüzünle konuşmaya başladığında, dikkati dağıldı. Adam gerçekten üzgün görünüyordu.
İstemsizce, bu ani ölümün suçlusunu düşünürken buldu kendini. Yabancının yüzü, dün gece dayısının ölümünün soğukluğunu hissettiğinden beri aklından çıkmıyordu. Söylediği onca şeye rağmen, bütün kalbiyle ondan durmasını istemesine rağmen durmamıştı işte. Öldürmeye devam ediyordu. Daha fazla dayanamayarak kalabalığın içinden çıktı ve salonun çıkış kapısına yaklaştı, kafasını kirişe dayadı.
Aynı anda onu hem görmek istiyor hem de görmek fikrine katlanamıyordu. Başını hafifçe iki yana salladı. Deniz'e söz vermişti. İstese de onu göremezdi.
"İyi misin?"
"İyiyim..." dedi kısık sesle. Deniz'in peşinden geldiğini duymamıştı.
"Hala biraz ateşin var." Eli, alnında kısa bir süre için beklemiş sonra çekilmişti.
"Sıcaktandır." diye mırıldandı. Kalabalıktan bunalmıştı. Dün gece geçirdiği rahatsızlığın etkilerini üzerinden hala atamamıştı. Konuşmak onu hiç olmadığı kadar zorluyordu. Gözleri salonun dışında, bomboş görünen koridorlarda geziniyordu.
"Onun yaptığını mı düşünüyorsun?"
"Hiçbir şey düşünemiyorum. Tek bildiğim..." Derin bir nefes aldı. "Bu çok garip." diye devam etti acıyla. Deniz'e döndüğünde onun kararsız ve belli belirsiz bir korkuyla dolu gözleriyle karşılaştı.
Deniz, koluna hafifçe dokundu ve kaşlarıyla dışarıyı işaret etti. Salondan çıktıktan birkaç dakika sonra Hira da peşinden dışarı çıktı. Seslerin ve boğucu havanın kesilmesi iyi gelmişti. İki gün önce geceyi geçirdikleri termal kıyafet deposuna yürüdü, içeri girdi. Deniz, raflardan birine yaslanmış, kollarını birbirine bağlamıştı.
"Tek bildiğin?" diye sordu, az önceki tamamlanmamış konuşmayı hatırlatarak. İfadesizdi ama aynı zamanda duymaktan korktuğu bir şeyler varmış gibi tedirgindi. Hira, kapıya yaslandıktan sonra Deniz'in gözlerine baktı.
"Tek bildiğim..." diye mırıldandı. Cesareti uçup gitmiş, onu bir başına bırakmıştı. Dakikalar sonra derin bir nefes aldı, daha çok umarsız bir iç çekme tarzındaydı. Gözlerini kapatıp, itirafını sıralamadan önce, dayandığı kapıdan güç almaya çalıştı.
"Öldürmek ona iyi gelmiyor." dedi. "Gözlerimle gördüm bunu. Her cinayet onu daha da dibe çekiyor." Gözlerini açtı. Başlayabildiği için rahatlamıştı. "Dayım için üzülmeliyim, değil mi? Ağlamalıyım belki. Ama dayımın ölümüyle ilgili hissettiğim tek şey dehşet. Üzüntü duyduğum ise bir katil. Mantıklı değil bu. Tam tersi olması gerekirken. İnsanlık dışı. Kendimden tiksiniyorum ama durum böyle. Değiştiremiyorum, önüne geçemiyorum. Sana söz verdim ama onu görmek istiyorum."
Deniz farkında değilmiş gibi başını ileri geri, belli belirsiz sallıyor; dudaklarını hafifçe ısırıyordu. Korktuğunu duymuş biri gibi aynı anda hem tükenmiş hem de kabullenmişti. Başını çevirip kızın üzüntülü ve çaresiz yüzüne baktı.
"Onu seviyorsun." dedi kısaca. Sesi ne anlayışlı ne de öfkeliydi. Bariz bir durumu ortaya koyuyor, karşılığında bir şey beklemiyor ya da açıklamaya ihtiyaç duymuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOLYE
Science Fiction"Güneş'in ölmeye başladığı zamanlarda, Dünya'yı başka bir galaksiye taşıyacak güce sahip iki kolye icat edilir. Ne var ki kolyeyi taşıyacak iki kişinin, insanlığı korumak adına ödemesi gereken ağır bir bedel vardır. " Yeni devirde, dengeler değişmi...