Bölüm 1: Ölüm

19 0 0
                                    

Yeni gün yeni ölümlerdi ve güneş doğarken tek bildiğim bugün de binlerce insanın bu dünyayı bedenini burada bırakarak terk edeceğiydi. Ne zaman onlardan biri olurdum bilmiyorum ama umarım ki kendi ellerimle ruhumu gökyüzüne kavuşturmam. Günlerdir uyuyamıyordum hatta yemek bile yiyemiyordum ölmeyi bekleyen aptal insanlardan bir farkım yoktu ama ölüm gelmeden önce haber vermezdi aksine ölüm yaşamayı en çok istediğin anda çat kapı beliriverirdi. Kafamda bu düşünceler dönerken çalan kapıyla kafamı o tarafa çevirdim "Gelebilir miyim?" cevap alamayınca içeri girdi "Günaydın ablacım, kahvaltı edelim hadi gel de dün akşam da bir şey yemedin." dedi ablam ayakucuma otururken, bilmediği bir şey vardı bir tek dün akşam değil ondan önceki akşam o sabah ve ondan iki gün öncesinde de yememiştim yemeğimi. Yine de kafa sallayıp yatakta doğruldum "Sen in bende hazırlanıp geliyorum." dedim sesimi elimden geldiğince uykulu çıkarmak için çabalayarak ablamda saçlarıma bir öpücük kondurup kapıya yöneldi "Abla! Benim yemeğimi bir kaba koysan da dışarıda yesem." dedim kafamı yana eğip, bana kıyamıyacağını biliyordum gülümseyerek kafa sallayarak odadan çıktı. Sandalyemin üstündeki kıyafetleri üzerime geçirip hafif bir makyajla odadan çıktım. Mutfağa girdiğimde ablam kabı masanın üstüne bırakmıştı bile tek nefeste "Çok teşekkür ederim, seni seviyorum, görüşürüz." deyip evden çıktım annem ve babama yakalanmadan son zamanlarda çok dışarı çıkmamdan şikayetçilerdi ama evde ne kadar durursam o kadar boğuluyordum. Sahile indiğimde derin bir nefes aldım son nefesimi alır gibi, yere bağdaş kurup kabı açtım. Bilerek sevdiğim şeyleri koyduğu o kadar belliydi ki gülümseyerek içinden bir tane çilek aldım, kıpkırmızıydı aynı kan gibi ve çoğu insandan daha canlı duruyordu rengi. Denizi izleyerek kutudakileri yemeye çalışırken yanımdaki hareketliliğe döndüm "Günaydın." dedi kısa saçlı kumral bir çocuk, bu ufak adada daha önce karşılaşmamıza şaşırarak kaşlarımı çatarak kafa salladım. Halime gülümseyip bacaklarını kendine çekti "Mavi ben bu arada." ağzımdaki çileği zar zor yutup "Naz." dedim bir çırpıda kafa salladı ve gözlerini gözlerimden ayırmadan ismimi sayıkladı "Güzel isim." "Teşekkürler, sadece Mavi mi ismin?" dedim merakla elimdeki pankekten ona da uzatırken "Bilmiyorum adımın sadece bu kısmından haberim var." dedi elindekini yerken, kaşlarımı çatıp biraz baktım suratına sonrasında sorgulamamayı seçip önüme döndüm. Biraz durduk öyle sonra ayaklandı zaten "Ben gidiyorum yine karşılaşırız zaten hoşça kal." dedi ve gitti, daha demin ne olduğunu sormayın gerçekten bende bilmiyorum. Sadece insanları sorgulamayı uzun zaman önce bıraktım çünkü insanlar dengesizdi ve siz kimi sevseniz hayat alır toprağa koyar ve geri vermezdi, kural buydu ve bende ne insanları sevebildim bir yerden sonra da ne de sorgulamaya gücüm kaldı. Bir süre daha denizi izledikten sonra ayaklandım, saat öğlene yaklaşmış sahil kalabalıklaşmıştı. Arkamdaki kumları silkeleyip kabı da çantama attıktan sonra sahilden çıktım, her gün olduğu gibi bugün de bir sonraki durağım mezarlıktı. Sessiz kalabalık... İçeri girdiğimde şöyle bir bakındım etrafa bazıları mezar taşlarına bakarak ağlıyordu bazılarıysa yüzlerinde buruk bir tebessümle toprağa rengarenk çiçekler ekiyordu, yani bazıları hala anlayamamıştı sevdiklerinin gözyaşıyla geri gelmeyeceğini bazılarıyla anlamıştı onları nasıl mutlu edeceğini. Daha fazla sağda solda oyalanmadan hızla gitmem gereken yere gittim gülümseyerek yanına koştum "Ben geldim balım! Nasılsın? Bir süredir gelemedim üzgünüm ama şimdi her şeyi anlatacağım sana." dedim hevesle bir taraftan elimdeki şişedeki suyu boşaltırken "Sen gideli, siz gideli 48 gün oldu bugün. Uzaktan bakınca çokta olmamış aslında ama dostum olmadan, sevgilim olmadan geçirdiğim o 48 gün bana kırk sekiz asır gibiydi. Uyuyamıyorum artık rüyalarıma giriyorsunuz hele ki sen her uyuduğumda gelip kurtar beni diye sayıklıyorsun. Neyden, kimden kurtaracağımı bilmiyorum kan ter içinde uyanıyorum sonra da geri uyuyamıyorum zaten. Senin sevdiğin yemekleri yemiyorum artık çünkü ne zaman yesem seninle o yemekleri yerken ki konuşmalarımız geliyor aklıma ve bir kez daha sayıklıyorum ablamın yerine 'Toprak aldığını geri vermez Naz'ım...' sonra da devam ediyorum yaşamaya. Buna yaşamak denirse tabii, evde durduğum zaman çok az, hep sahildeyim belki bir gün seni benden alan deniz geri verir diye bekliyorum. Ama vermiyor işte bal... Bugün bir çocuk geldi yanıma sahilde, suratı seni anımsattı bana az çok oturduk öyle konuşmadan Maviymiş adı onu öğrendim birde. O kadar sonra kalktı gitti bende bir şey demedim arkasından. Birkaç gündür yemek yiyemiyordum sevgilim boğazımdan geçmiyordu, ablam fark etmiş olacak ki bu sabah sevdiğim yemekleri hazırlamış yedim az çok. Bizim çocukların selamı var sana başları çok kalabalık bu sıra uğrayamıyorlar ama en kısa zamanda gelirler biliyorsun bizimkileri. Beni de asla yalnız bırakmıyorlar ha, kızma sakın şimdi niye tek geldin buralara diye haberleri bile yok. Öyle yani bir tanem, keşke sende ne var ne yok diye sorabilsem ama işte mezar taşının dili yok ki anlatsın. Gitmeden önce sözümü de yenileyeceğim eğer kader değilse seni yanımdan koparıp alan andım olsun ki kendi ellerimle boğacağım bunu yapanı. Seni çok seviyorum bebeğim en kısa zamanda tekrar geleceğim söz. Görüşürüüz!" mezar taşını ve toprağını öpüp ayağa kalktım. Yüzümde buruk bir tebessümle mezarlıktan çıkarken telefonumun çalmasıyla çantamı eşelemeye başladım, en sonunda elime aldığımda Kaan olduğunu görünce gülerek açtım "Efendiim!" "Neşenden yaptığım çıkarım sonucu bizim oğlanı ziyaret etmişsin." diye tespitini koydu ve o kadar emindim ki o gururlu gülüşlerinde biriyle boşluğa baktığına "Aynen öyle, konuştuk biraz. Selamınızı söyledim." "İyi yapmışsın iyi, Yağmur aradı mı seni?" dedi sigara dumanını üflerken "Hayır araması mı gerekiyordu?" dedim merakla "Yani araması gerekmese sormam yenge. Uyanmamıştır büyük ihtimal daha, sen bizim dükkana gel burdan da ağlayan ağaca geçeriz." "Tamam geliyorum." deyip telefonu kapattım adımlarımı hızlandırma gibi bir derdim de yoktu küçücük adada nereye geç kalabilirdin bir saatte her yeri turlarken. Dükkana girdiğimde Kaandan önce kasanın tepesine oturmuş bir şeye söylenen Sude dikkatimi çekti, Kaan yardım çığlığı gibi bakışlarına gülüp Ilgının dikkatini çekmek için boğazımı temizledim. Fark etmesi ve boynuma atlaması bir oldu zaten "Nerelerdesin kaç gündür ya? Özlettin kendini." dedi sımsıkı sarılırken "Eğer biraz daha sıkarsan daha çok özlersin gibi Sudecim." dedim alabildiğim iki nefesin birini buna harcayıp. Gülerek beni bıraktı ve hala cevap beklediğini belli edecek şekilde kollarını beline koyup beklemeye başladı "Sahildeydim hep, belki gelir diye bekledim." dedim ellerimi önümde birleştirip ileri geri sallanırken "Gel yenge otur sen yorulmuşsundur." dedi Kaan konuyu dağıtmak istediğini belirtmek istemezcesine. O sırada içeri giren Kıraç zaten konuyu istemsizce dağıtmıştı bile "GÜÜNAAYDIN CANLARIM! VAY ASLAN YENGEM DE BURADAYMIŞ! NASILSINIZ ULAN? Yaren hanım da arkamdan geliyordu en son." diye gülerek yanımıza geldi.

***

Bir süre birbirinden alakasız bir sürü sohbetten sonra içeri koşarak giren Memoyla hepimiz ona döndük "Kaan abi... Kıraç abi..." "Noldu oğlum?" diye ayaklandı Kıraç hızla "Birini daha dalga götürmüş abi İnkumda. Tanıdıktır belki git haber ver gençlere dediler." ayağa kalkmamla dengemi sağlayamayıp sandalyeye düşmem bir oldu "NE?!" 48 günde iki canı maviler aldı...

Ya Adımı UnutursamWhere stories live. Discover now