Bölüm 3: Her Bitiş Bir Bitiştir

5 0 0
                                    

Eve girdikten sonra bir süre dikeldim öyle kapıda hiçbir şey düşünmüyordum kafamda sorular yoktu sadece durdum öylece. Sonra sevgilim geldi aklıma, hızla odama koşup çantamı fırlattım ve balkona çıktım. Gökyüzüne baktım biraz öyle sonra ablam geldi yanıma "Sence nasıldır?" dedim yüzümde ufak bir tebessümle "İyidir ablacım." dedi sırtımı sıvazlayıp "Rahat mıdır orada? Her sabah sesimi duymadan ayılamazdı sesim gidiyor mudur oraya? Mutlu olmaya çalışıyorum onun için beni böyle görünce mutlu oluyor mudur? Abla tanıştığınız günü hatırlıyor musun? Nasıl da utanmıştı güzel sevgilim... Hele babamla tanıştığı gün." ikimizin de aklına gelmiş olacak ki gülüştük biraz "Babam siz gelmeden annemi tembihlemişti 'Hanım çocuğa önce sert biriymişim gibi göster kızımı üzmekten korksun, güvenirsem iyi davranırım.' diye. Tanıştıkları anda yumuşamıştı sonra da." dedi ablam yutkunarak. Bense yutkunamadım gözlerim doldu ve ağlamamak için gökyüzünü izledim sadece "Saçlarını ilk kestirmeye gittiği günü hatırlıyorum, o zamanlar arkadaştık tabii. Bir gün geldi saçlarım nasıl diye sordu sadece gülerek baktım suratına çünkü ben onu her haliyle seviyodum ne diyebilirdim ki. Uzundu o zamanlar saçları ikiye ayırıyordu 'Bilmem kestirecek misin?' diye sordum 'Bilmem' dedi sadece. O an anladım zaten kestireceğini, ertesi gün okula girince şok olmuştum Denizimin saçları kısacıktı. Ama bir insana kısa saç ancak bu kadar yakışırdı, büyümüştü adeta. Her saçını kestirdiğinde fotoğraf atıyordu ense tıraşını kes diye. Güzel sevgilim benim." susunca fark ettim yanaklarımdaki yaşları. Ablam sardı beni biraz durdum öyle, çalan telefonumla kaldırdım kafamı 'Zeynebimm' yazısıyla ufak bir tebessümle telefonu açıp odama geçtim. Biraz konuştuktan sonra tatilden dönmelerine az kaldığını öğrendim ve daha sonra da telefonu kapattık zaten. Masanın kenarındaki deftere baktım, aklıma her geldiğinde bir şeyler karalıyordum biraz yazdıklarıma baktım ağlamamak için kendimi tutarak ve boş bir sayfa açtım.

Bin tanem;

Bugün sana seni anlatacağım çünkü seni en iyi ben bilirim ve bilirsin ki en büyük korkum yüzünü unutmak. Ne güzel kahve gözlerin vardı şimdi kapalı gözlerini altında parlayamayan... Kısıktı zaten gülünce iyice kısılırdı, herkese bomboş bakardın bense içinde hep dünyaları bulurdum. Koyu aşağıya bakan kirpiklerin, ne de çok korkardım ıslanmalarından. Tabii ben sadece ondan değil saçına değen rüzgarın seni incitmesinden bile korkardım, toprağı incitmesin bebeğimi. Güzel dudakların ve kenarındaki o ufak gamzen... Hala aklıma geldikçe kalbimde bir yangın var gibi hissediyorum. Boynunda bir sürü ben vardı, kokun en net orada gelirdi. Gömerdim kafamı oraya sadece dururduk öyle... Ayrılırdım bu dünyadan çok daha güvenli bir yere. Belki şuan senin beni izlediğin yerlere. Sadece sarılmama da gerek yoktu güvende hissetmek için sana uzaktan baksam bile yetiyordu, varlığın bile kurtarıyordu beni bu cehennemden. Bana dünyayı sevdiren çocuk neden artık dünyada değilsin? Sensizlik çok yoruyor bedenimi ve ben senin olmadığın dünyada hala senin için yaşıyorum. Çok özledim balım, kafamda kurduğum o korkunç ayrılık senaryolarından daha korkunç bir sonla ayrıldık. 

Daha fazla yazamayıp ağlayarak banyoya koştum, onsuz geçirdiğim her saniye daha da ölüyordum ama bu ölüm vücuduma yansımıyordu. Aynada halime baktım bir süre Denizim için güçlü kalacaktım çünkü o böyle isterdi. Yüzümde kurumaya yüz tutmuş yaşları silip gülümsedim kendime ve çıktım banyodan. Kendimi yatağa yüz üstü bırakıp durdum biraz öylece daha sonra da uyuyakalmışım zaten. Sabah gözümü geceden güneşliğini kapatmayı unuttuğum camdan gözüme sızan güneşle açtım tek elimi yüzüme tutup oflayarak öbür tarafa döndüm ve biraz daha uyumaya karar verdim. Ondan sonra ne kadar uyudum bilmiyorum ama uyandığımda evde kuru bir gürültü vardı, yataktan zar zor çıkıp saçlarımı karıştırarak mutfağa gittim "Bugün yemek yiyecek misin kızım?" diye sordu annem içten bir tebessümle. Yiyecek halde değildim ama annemin bu surat ifadesiyle sunduğu bir teklife nasıl hayır derdim ki. Kafa sallayıp sofraya oturdum, nasıl boğazımdan geçecekti bilmiyorum ama annem için zorlayacaktım kendimi "Vaay! Günaydınlar ailem! Prensesimiz de bize eşlik ediyor bugün anladığım kadarıyla." diye coşkulu bir şekilde babam girdi içeriye, ufak bir kıkırdayıp geri balkondan gözüken sahili izlemeye devam ettim. Yemekte ağzıma bir-iki lokma bir şeyler atıp kalktım masadan daha fazla yersem midem bulanacaktı ve evin huzurunu kaçırmak istemiyordum şuan. Bugün dışarı çıkıp çıkmayacağımı bilmiyordum, sosyal pilim buna izin veriyor muydu ya da çıkacak kimsem var mıydı ikisi hakkında da en ufak bir fikrim yok. Bir süre tavanı izledim hareket etmeden, kafamın içi aldığım ilaçlardan dolayı bomboştu. Tabii ya! Bugün psikolog randevum vardı, yataktan fırlayıp sandalyenin üstündeki uzun tişörtü ve şortu giyip kapıya koştum "Randevum var ben çıkıyorum!" hızlı adımlarla hastanenin yolunu tuttum. Geçen seneye kadar en ufak bir hastalıkta merkeze gitmek zorunda kalıyorduk çünkü sadece sağlık ocakları vardı, ben kendi kendime bir şeylere söylenirken kendimi hastanenin önünde buldum. Derin bir nefes alıp bugün konuşacağım şeyleri gözden geçirip içeri girdim, aynı anda iki doktora gidiyordum. Birisi ilaçlarımı kontrol eden pedagog'um diğeri ise ruh sağlığımı kontrol eden psikoloğum. Saçlarımı karıştırıp bekleme odasında sıramı beklemeye koyuldum bu sırada bir taraftan kızlarla konuşuyordum.  Elif tatilden dönmüştü ve bilmem kaç tane buluşalım mesajı atmıştı, ki benim Elif'imi kırma gibi bir lüksüm yoktu. O yüzden hemen razı geldim -özlemiştim- ve beklemeye devam ettim.

***

Randevudan sonra elimde reçeteyle eczanenin yolunu tuttum, ilaçlarımın dozu artmıştı. Biraz bakıştık eczacı abiyle "Kızım toparla artık kendini ruhunu çekiyor bu ilaçlar senin." dedi ve istemeye istemeye poşeti uzattı.  Sade bir tebessümle kafa sallayıp dışarı çıktım, havanın sıcağını ve nemini algıladığı anda terlemeye başlayan boynum hava alsın diye omzumda biten saçlarımı savurdum. Elimdeki poşeti çantaya atıp Barış Akarsu parkının yolunu tuttum, turistler etrafa saçılmış kışın asla göremeyeceğimiz bir kalabalık yaratıyorlardı bize. Bir banka oturup etrafı izledim bir süre; koşuşturan insanlar, tepede parıl parıl parlayan güneş, buranın yerlisi olan kafe çalışanları, aşağıdaki bar büfede gülüşen insanlar... Ben öyle bakınırken yanımdaki hareketlilikle kafamı oraya çevirdim, küçük bir şey gülerek kollarını açmış bana bakıyordu. Elifim... Hemen yerimden kalkıp ona sımsıkı sarıldım, nasıl da özlemiştim kokusunu. Denizimi kaybettiğimde Elif buradaydı ve farkındaydım en zor zamanlarımda yanımdan ayrılıp gitmek çok acıtıyordu canını ama onun varlığı bile beni bu hayata bağlayan şeylerden biriydi. Biraz birbirimizden eksikken neler yaptığımızı konuştuk biraz da eskileri konuştuk. Konu herkesin bir arada olduğu zamanlara gelince ikimizin de gözleri dolmuştu ister istemez. Sonuçta artık iki eksiktik. Elif kafamın dağılmasını istediğini belli edecek şekilde boğazını temizledi "Hadi bir şeyler yiyelim! Midem kazınıyor vallahi." dedi ve adımlarını limana yönelttiği belli olacak şekilde ritimlendirdi. Gülerek ona ayak uydurdum "Ne yiyeceksin?" dedim saçlarımı karıştırırken "Yiyeceğiz diyecektin sanırım ve balık ekmek yiyeceğiz ne yenir burada başka?" gülmekten başka tepki vermemiştim. O an Mavi'den bahsetmediğim geldi aklıma ama bahsetmeli miydim onu da bilmiyordum, çalan kornayla bütün odağım dağıldı "ELİF!"

Ya Adımı UnutursamWhere stories live. Discover now