Bugün bu evde üçüncü günümdü. Beril'in son yaptığını gururuma yedirememiş, tam bir gün boyunca odamdan dışarıya adımımı atmamıştım. Bu süreçte Özgür kapımı yalnızca 2 defa tıklatmıştı ve benden bir cevap alamayınca hiçbir şey söylemeden çekip gitmişti.
Peki tıklatan kişinin Özgür olduğunu nasıl mı anlamıştım? İki seferde de ritim tutarak kapımı tıklatmıştı ve bu ritim sıradan bir ritim değildi.
Kapımı tıklatmak için 1950 yapımı Külkedisi filminin şarkısı olan 'So This Is Love'ın giriş kısmını tercih etmişti.
Beril'in fiziksel tacizi Ege ve Özgür onu iki kolundan tutup benden uzaklaştırdığında sona ermiş olsa da bana uyguladığı ruhsal şiddet üzerinden günler geçmesine rağmen etkisi hala ilk saniyedeki gibiydi. Özgür'le konuşmayı tercih etmediğimden Beril'in kim olduğunu bilmiyordum bile. Onun hakkında tek bildiğim şey, oldukça şakacı olduğu (!) ve Özgür- Ege ikilisiyle çok yakın olduğuydu.
Odamda kaldığım süre boyunca Neriman Hanım kapımın önünden sadece su ve yiyecek bırakmak için geçmişti. Bunu bile kendi isteğiyle yapmadığına yemin edebilirdim. Özgür, onun evinde açlık ve susuzluktan gebermeyeyim diye ona bunu yapmasını söylemiş olmalıydı. Neriman Hanım'ı kendi haline bıraksa bana bir kuru ekmek bile vermeyeceğine emindim. Kadının nefret dolu bakışları, içime işliyordu sanki.
Peki ben bu kadar saat odada ne yapmıştım?
Hiçbir şey.
Yaşadığım olayı protesto etmek için Neriman Hanım'ın kapımın önüne bıraktığı tepsiye dokunmamıştım bile. 1 gündür sadece su ile yaşıyordum. İlk birkaç saat oldukça zor gelse de midem artık açlığa alışmaya başlamıştı. Kendimi aç hissetmiyordum.
Kendimi odaya kilitlediğim an banyoya doğru koşup yüzüme soğuk bir su çarpıp kendime gelmem gerekmişti çünkü gerek kolumun acısından, gerekse saç diplerimin ağrısından gözlerim dolmuştu ve ben o an, kendime bir söz vermiştim.
Bu ev sınırları içerisinde ne kadar acı çekersem çekeyim asla ağlamayacaktım. Bu insanlar benim gözyaşlarıma bile değmezdi.
Banyodayken Özgür'ün bağırışlarını ve dış kapının çarpılarak kapandığını duymuştum. Beril'le Ege gitmiş olmalıydı. Banyoda işim bittikten sonra kendimi yatağa atmıştım ve uyumayı denemiştim. Çünkü uyumak bir kaçış yoluydu ve ben bu evden kaçmak istiyordum artık. Son birkaç günde bir asır yaş almış gibi hissediyordum.
Uyuyamadığımı anlayınca kendimi kıyafet odasında bulmuştum. Kıyafetlere tek tek göz gezdirdim. Hepsi daha yeniydi ve etiketleri duruyordu. Markalarla pek aram yoktu ama sırf etiketlerine bakarak bile bu odanın bir servet değerinde olduğu çok rahat anlaşılıyordu.
Sıkıntıdan kıyafetlerin hepsini renk sırasına göre dizmeye başladım ve uykum geldiğinde saat gece yarısına geliyordu. Ben de bu fırsatı değerlendirerek kolumun ağrısına rağmen uyumayı tercih ettim. Sanırım gerçekten bir doktora ihtiyacım vardı.
Sabah Özgür'ün kapı tıklatmasıyla uyandım. Galiba işe gitmiş olacaktı ki tıklatmadan yarım saat sonra dış kapının kapanma sesi gelmişti. Ben de kalkıp kapıya bırakılan bir bardak suyu kafama diktim ve dün gece renklerine göre dizdiğim kıyafetleri bu sefer markalarına göre alfabetik sırayla dizmeye başladım. Bu iş çok uzun sürmüştü çünkü bir oda dolusu kıyafet vardı, dolayısıyla güzel bir kafa dağıtma yöntemiydi.
Şimdi ise ertesi günün sabahıydı. Dün sabah olduğu gibi bugün de Özgür'ün kapı tıklatma seansıyla uyanmıştım ama bu sefer, benden cevap gelmeyince çekip gitmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Hayatı Öğret/ +18
RomanceNot: Bu kitap yetişkin içerik barındırmaktadır. Birinci adım... İkinci adım... Üçüncü adım... Ve güm! Sırtım duvarla birleştiğinde korku dolu gözlerle ona bakıyordum. İki yanımda duran ellerimi tek elinde birleştirip kafamın üzerinde duvara sabitled...