8 - süslü ve onun baş belası

226 30 28
                                    

siz şimdi diyosunuz ki sen nerdesin bunca zamandır... okul falan başladı yoğunuz bölümce ondan... neyse bakalım buyrunuz hyunine özel bölüm geldi (literally fici unuttunuz biliyorum)

medyaya antimatter - epipath şarkısını koymaya çalıştım umarım gözüküyodur ya :')) resmen hyunin için ayrı bir playlistim var :')

*

Neredeyse her gün kulüpteki bazı insanlarla yaşadığı anlaşmazlıklar, Hyunjin'i bir hayli yormaya başlamıştı. Normalde zaten çok da kolay bir süreçten geçtiği söylenemezdi ama Jisung ve Felix'in anlamsız çıkışları onda çığlık atma isteği uyandırıyordu. Yine de buna dayanabilirdi. Göz ardı edebilir, görmezden gelebilir, umursamayabilirdi.

Maalesef bu her zaman mümküm olmuyordu ve Hyunjin, bu iki insanın neden kendisine karşı böylesine cephe aldığını bilmediği için normalden daha da gücüne gidiyordu. Jisung'a karşı azıcık gıcık olsa da Felix'e karşı hiçbir şey yapmamıştı; kelimenin tam anlamıyla, hiçbir şey. Jisung'un gerginliğini kendisinin de düşüncelerinden yola çıkarak bir nebze anlasa da Felix'i anlamıyordu.

Müzik kulübünün kapısını açıp içeri girdi. Günün erken saatlerine rağmen dışarıda bulutsuz, güneşli bir hava olduğu için perdeleri aralanmış sınıfın bir kısmının güneş aldığını gördü. Oldukça hoşuna gitmişti aralık perdelerden sızan güneş ışığı. Kapıyı kapattı ve kısa bir süre kapıya yaslanarak son zamanlarda sık sık uğradığı bu sınıfa baktı.

Öğretmen masasının yanında Minho'nun bozuk olduğunu söylediği elektronik piyano duruyordu. Öğretmen masasının hemen önündeki sıra ise, diğer sıralarla simetrik bir şekilde durmaktansa pencereye paralel olarak yerleştirilmişti. Bu sıranın arka çaprazında ise kulpu kırılmış, artık açık olan kilitli dolap duruyordu.

Hyunjin merakla dolaba doğru ilerledi ve aralık kapağı tamamen açıp içine göz attı. Üst rafta birkaç sayfa kağıt rastgele bir şekilde üst üste duruyordu. Kağıtların altında ise içinde pena dolu olan bir kutu vardı. Farkında olmadan gülümsediğini boş nota kağıtlarına ve pena dolu kutuya bakarken fark etti. Alt rafta ise Jisung'un dün ayırdığı, çalınabilir olan müzik aletleri vardı.

Yüzündeki gülüşü hiç bozmadan dolabın kapağını kapattı ve sınıfı incelemeye devam etti. Öğretmen masasına ilerledi ve bir öğretmen edasıyla ellerini masaya yaslayarak eğildi. Masanın yüzeyini inceliyordu sebepsizce. Kendisinden başka fark eden var mıydı bilmiyordu ama masanın üzerine biri anahtar veya uçlu kalem ucuyla '103'ü kazımıştı. Sanki bu masanın bu sınıfa ait olduğunun somut bir kanıtıydı bu.

Sınıf kapısı açıldığında Hyunjin, kimin geldiğine bakmak için kafasını çevirdi ve siyah kıvırcık saçlı genci gördü. Üzerinde görülmeye alışılmış yeşil gömleği vardı. Tuhaf ama şık spor ayakkabıları ve açık renk kotuyla Hyunjin'in gözünde yine geçer not almıştı.

"Süslü?" diye şaşırdı Jeongin. "Ne yapıyorsun tek başına burada?"

Hyunjin ters bir cevap vermek istese de mental olarak bitkin hissediyordu. Uğraşmak istemediği belli olan bir ses tonuyla, "Hiç." dedi. "Kafa dinliyorum."

Normalde sarışın gencin sıradan cevaplar vermeyeceğini bilen Jeongin, durumu garipseyerek kaşlarını çattı. "Kafa dinlemek için bula bula kaotik müzik kulübümüzü mü buldun süslü?"

"Kimse yok ki." Öğretmen masasından ayrılıp önündeki sıraya ilerledi sarışın. Kalçasını sıraya dayarken ellerini kendine sarılıyormuş gibi kollarına sardı. "Kimse yokken daha güzelmiş bu sınıf."

Karşısındaki gencin ruh halinde bir dalgalanma olduğunu hissetti Jeongin. Bir şeyler vardı ve Hyunjin'in normalden daha durgun ruh hali bunu aşırı belli ediyordu. "Bir sorun mu var Hyunjin?" diye sordu.

          

Jeongin'den belki de ilk kez adını duyan Hyunjin, ufak bir şaşırma pırıltısıyla siyah saçlı gence baktı. Gözlerinde gerçekten de neler olduğunu merak eden bir ifade olduğunu görebiliyordu. Kendini açıklamak zorunda kalmaktan nefret ettiği için fazla bir şey söylemek istemedi. "Bilirsin işte, bazen insanlar böyledir." diye geveledi.

Başını iki yana sallarken birkaç adımda Hyunjin'e yaklaştı. "Sen hariç." derken sarışının kendine sardığı kollarına ellerini koydu Jeongin. "Süslü, eğer seni huzursuz hissettiren bir şey varsa bunu benimle paylaşabilirsin."

Aniden başını kaldırıp, "Ne sıfatla?" diye şaşkın bir sesle sordu Hyunjin. Jeongin'in gözleri arasında mekik dokuyordu gözleri.

"Ben..." diye ilk birkaç saniye ne diyeceğini düşündü Jeongin. Aklına o an bir şey gelmiyordu. İçinden geçen tek şey ise, "Üzüldüm." demek oldu. Hyunjin'in ona sorgularcasına baktığını görünce, "Seni durgun görmek beni üzdü." diye tamamladı içinden geçenleri.

Hyunjin anlamıyordu. "Seni hiç anlamıyorum Yang." dedi. O da içinden ne geliyorsa söyleyecekti. "Bir gün güzelliğime iltifat ediyorsun, öbür gün güzel olmam dünyanın en sıradan şeyiymiş gibi hissettiriyorsun. Bir gün bana yardım ediyorsun, öbür gün yardım etmene gerek yokmuş gibi davranıyorsun. Bir gün tuvalete tek gidemediğimde benimle geliyorsun, hemen ertesi günü yaşadıklarımın ne olduğunu bile bilmeden beni hafife alıyorsun."

Hyunjin'in bu kadar açık olmasını beklemeyen Jeongin, sabırla genci dinlemeye devam etti. Eğer konuşmaya başladıysa onu susturmayacaktı.

"Çok dengesiz davranıyorsun. Jeongin ben yeteri kadar yorgun bir insanım zaten." dedi, dudakları hafif titremeye başlarken. "Bakma platin sarısı saçlarıma, makyajsız günüm olmamasına falan. Dayanamıyorum ben."

Gerçekten de sarışının bu kadar açık ve net olmasını beklemeyen Jeongin, derin bir nefes alarak başını arkaya eğdi. Tekrar Hyunjin'e döndüğünde ise Hyunjin'in gözlerinin yerdeki fayansları izlediğini gördü. "Sorsam, anlatmazsın, değil mi?"

Başını hafifçe iki yana doğru salladı Hyunjin. "Sen hiçbir şeyim değilsin. Neden anlatayım?"

Ellerini sarışının omuzlarından indirip yanına geçti Jeongin. Hyunjin gibi oturup kollarını sıraya doğru dayadı. Sırtından soluna doğru sıraya yaslanan kola yaslandı Hyunjin de.

"Hiçbir şeyin değilim, öyle mi süslü?"

Başını salladı Hyunjin.

"Peki madem." derken derin bir nefes almıştı Jeongin. Söyleyecek pek bir şeyi kalmasa da Hyunjin'in yanında oturmaya devam etmek istiyordu. İçinde bir yan vardı ki Hyunjin'e yakın olmak, daima ulaşabileceği mesafede olmak istiyordu. "Ama bir şeyin olmamı istersen..." dedi ve sustu. Gerisini getirmedi.

Başta merak etmediğini düşünse de merak etmişti Hyunjin. İlgisiz görünmeye çalışarak, "Hayır, ne olabilir yani?" diye sordu. "Psikolog kesildi başıma ya."

"Süslü ben psikolojiden anlamam." diye itiraf etti, insanlarla arasına sırf zevkine mesafe koyan Jeongin. "Hatta çoğu insanın bulundukları durumu bir drama içine sürüklemeye çalıştıklarını düşünürüm."

"Bu ne oluyor pardon? Bu da psikolojik çıkarım değil mi?"

"Öyle mi ya?" diye kaşlarını çatıp önüne döndü Jeongin. "Fark etmedim var ya."

Gülerek başını diğer tarafa çevirdi Hyunjin. "Tanıdığım en dengesiz aptalsın." Yine de gülüşü kısa sürmüştü ve yüz ifadesi yine durgun bir hal almıştı.

"Tanıdığın en dengesiz aptal bensem diğer dengesizleri düşünemiyorum."

"Sen birincisin."

Jeongin'in dudakları hafifçe yukarı kıvrılırken, gamzeleri de belli belirsiz ortaya çıkmıştı. Hyunjin kendini o gamzelere bakmaktan alıkoyamadı. Güzel duruyordu, hatta gamzeleri olmasını isteyebileceği kadar hoş duruyordu.

Castle Of Glass | Stray KidsWhere stories live. Discover now