on beş haziran iki bin yirmi üç gecesi

11 1 2
                                    

korkuyorum.

en başa dönmekten.

ama en çok da onu kaybetmekten.

Şeker Prens'i kaybetmekten.

Bartu'yu kaybetmekten.

annem geldi bugün. salonda ağlıyor. ben odamdayım, uyuduğumu sanıyor olsa gerek. saat gece 02.30.

yıllardır benim gece üçe kadar uyanık olduğumu öğrenememiş.

sabaha oysaki öyle güzel başlamıştım ki, başlamıştık ki Bartu ile. ben dün için özür diledim, o saçmalamamamı söyledi. sonra beraber ilk kez kahvaltı hazırladık, önceden hep sadece kahve içmiştik. kahvaltıda final maçına çıkmalarından bahsettik, derslerimizden konuştuk.

bir ara yalnızca onu izledim. bana bir şeyler anlatan dudaklarını, güldüğünde gamzesinin çıktığı yeri, benini, hafif kısık ve çikolata kahvesi olan gözlerini, biçimli kaşlarını, keskin yüz hatlarını ve de yüzündeki, bana anlattığına göre bir maçta olan yaranın izini...

heykel gibiydi, her türlü kusuruyla. kusurları onu daha güzel, daha özel yapıyordu.

ben neler yazıyorum ya.

yanlışsın melih, yanlış.

ya da bilmiyorum, belki de değilsindir.

artık hiçbir şey bilmiyorum.

ve biz salonda otururken kapı çaldı.

Bartu birini bekleyip beklemediğimi sorduğunda hayır, diye cevaplarken onu kapıya yöneldim. karşımda, elinde küçükçe bir valizle annem duruyordu. gülerek ellerini iki yana açtı, "ben geldim oğlum!" diye bağırdı. benim yapabildiğim tek şey ise donup kalmaya devam etmek oldu.

annemin kaşları tepkim karşısında çatılırken valizini de peşinde sürükleyip içeri girdi. evim zaten büyük değil, iki adımda salon görüş alanına girdi. salonla beraber Bartu da...

donup kalma sırası anneme geçmiş gibiydi. yalnızca baktı, baktı, Bartu da ne tepki vereceğini bilemeyince bir dakikaya yakın bir sessizlik oldu evimde. en sonunda annem derin bir nefes verdi ve "ben lavaboya gidiyorum." dedi, yüzüme ikinci bir kez bakmadan yanımdan geçti, kulağıma kapının çarpılma sesi gelince yerimde sıçradım.

kapı ile beraber ruhumun geri yapıştırdığım parçaları yeniden paramparça oldu, yapışkanı daha kurumamışken.

"melih," dedi Bartu merak ile ayaklanırken, yüzünde olanlara anlam veremediğinin ifadesi açıkça okunuyordu.

Bartu'ya yaklaşırken gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. sonrasında pişman olma olasılığımın yüksek olduğunu söylerken zihnim, ağzım "bence eve gitmelisin." dedi.

kaşlarının çatılmasına anbean şahit oldum. "melih-" diyerek ısrar etmeye çalıştı, "Bartu," diye onun sözünü kesen sesim yalvarır gibiydi. ve acı çeker. bu tınıyı duyduğuna, bir adım gerilediğini gördüğümde kanaat getirdim. sesimdeki yanan canımın çığlıklarını duydu. ardından itiraz etmedi. dudaklarını sinirle yaladı ama siniri bana değildi, annemin bana oğlum diye seslenişini duymuştu. siniri, annemeydi.

kapıya geldiğimizde ayakkabılarını giydi, spor çantasını eline aldı ve bana baktı. "hoşça kal." dedim, birisi derimi soydu tırnaklarıyla sanki.

"görüşürüz." dedi Bartu, sanki benim sözüme inat. arkasını döndü, ben sırtını izlerken adımları yavaşladı, sonra durdu. bedenini bana döndürdü ve konuştu:

"ben buradayım, tamam mı? yanındayım. ne olursa olsun, her zaman. nerede olursak olalım, her yerde." gözlerim emrimin dışında dolarken bunu görmesini istemediğim için hızla gözlerimi sildim, o ise işaret parmağını gökyüzüne kaldırdı. "gökyüzüne bak geceleyin, çoban yıldızına. benim sesimi duyacaksın ya da seni dinlemek için orada olduğumu göreceksin, hangisine ihtiyacın varsa."

ve ekledi:

"tamam mı, tuz kral?"

gözyaşlarımı durdurmak, elindeki dondurması yere düşmüş bir çocuğun gözyaşlarını durdurmaya benziyordu artık. sikeyim, şu anda da durmuyorlar.

Bartu'ya cevap veremedim, sesim çıkmadı, başımı sallamakla yetindim. onu onayladığımda gülümsedi, bana gamzesini bahşetti ve arabasına ilerledi. kapıyı açtı, bindi ve gitti.

kapıyı kapattığımda koridordan annemin sesini duydum: "tuz kral mı? birbirinize böyle lakaplar takıp tuhaflığınıza tuhaflık mı katıyorsunuz?"

hiçbir şey demedim, dudaklarımı birbirine bastırıp salondaki bardaklarımızı toplamaya başladım. ama annem... susmadı. "yanına senin gibi bir hastayı buldun yine ha?" dedi, Bartu'nun bardağını alıyordum elime. "inanamıyorum, bir de psikoloğa seni iyileştiriyor diye tonlarca para yatırıyorum!"

kendi bardağımı da alıp mutfağa yöneldiğimde annem hemen solumda kalıyordu, kulağımın dibinde, beynime kazımak istermiş gibi yüksek sesle konuşuyordu: "o psikoloğu şikayet edeceğim." Bartu'nun bardağının lavabonun içine koydum.

"seni iyileştirmektense daha da beter hale getirmiş."

elimde tuttuğum bana ait fincan sıktığım avucumda patladı. parçaları lavaboya, tezgaha ve yere ayrı ayrı dağılırken içinde kalan kahvenin renginin kanımın rengi ile karıştığını izledim. acıyı hissediyordum, dudaklarımın da ısırmaktan kanadığını ağzıma gelen demir tadından anlayabiliyordum, o da acıyordu. fiziksel acı ruhumdaki acıyı bastırıyordu ve bu... iyi hissettiriyordu. annem, benim yerime çığlık atıyordu.

ben atamıyordum.

sesim çıkmadı. her zamanki gibi. tek bir ah sesi bile.

ruhum az önce kırılan fincandan da küçük parçalara ayrılıp elimdeki kandan da fazla kanarken ben bağıramadım.

canım yansa da.

annem şu anda bile içli içli, sesli sesli ağlıyor.

bu hikayede asıl canı yanan kim acaba? belki de doğrusu, yanması gereken kim?

cevabını siktir et, emin olduğum tek şey canımın yandığı. cayır cayır yandığı.

ve yorulduğum. bu gelgitlerden, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışmaktan, kendimi suçlamaktan, suçlamamaya çalışmaktan, ayakta kalmaktan, yaşamaya çalışmaktan yorulduğum.

Bartu gece 11 gibi bana mesaj attı, nasıl olduğumu sordu.

ona bile dönecek gücüm yok şu an.

yatmak ve uyumak istiyorum.

v̶e̶ ̶u̶y̶a̶n̶m̶a̶m̶a̶k̶.

Sonda Melih'in karaladığı yeri okumak için oldukça çaba sarf etmesi gerekmişti gencin. Okuduğunda ise hiç okumamış olmayı diledi.

Ardından daha önceden okumuş olmayı.

Günlüğün bundan sonraki sayfalarında karşılaşacağı şeyler ödünü koparıyordu, ömründe üçüncü kez bu kadar korkuyordu.

Günlüğü bir süreliğine kapamaya karar verdi.

--
siz de korkuyor musunuz günlüğün diğer sayfalarını okumaktan? neyden korkuyorsunuz?

sizce bartu'nun en çok korktuğu ilk iki sefer neler?

melih'in annesi tepesini attıranlar butonuyum^

öpüldünüz, xxx
beg

şeker prens & tuz kral ||bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin