26. Bölüm: "BAĞ"

10.9K 1.2K 898
                                    

Canlarım selamlar. Yeni bölüme geçmeden önce kısa bir bilgilendirme yapmak istiyorum. Bazı arkadaşlar bölümlerin kısa olduğunu söylüyor fakat daha önce de belirttiğim gibi, uzunluk olarak daha kısa ama daha sık bölüm atıyorum. Bu sayede hikayeyle bağınız kopmuyor. Mesela bu hafta bu bölümle birlikte dört, yarınki bölümle birlikte beş bölüm atmış olacağım. Ama bölümleri uzatmaya kalksam bu kadar sık bölüm gelmez. Haftada bir bölüm atabilirim :')  Yine de fikirlerinizi duymak isterim. Nasıl isterseniz öyle gideriz.

Bu arada yarın 20.00'de bölüm atmayı planlıyordum ama onun yerine sizlere bir sürpriz yapmaya karar verdim! Yarın 20.00'de Instagram hesabıma (dilara.keskin) sizleri bekliyorum. 21.00-22.00 gibi de bölümü paylaşacağım. Hepinizi kocaman öpüyorum!

Oy vermeyi ve satır aralarına bol bol yorum yapmayı lütfen unutmayın!

26. Bölüm: "BAĞ"

Sessizlik benim için sorun değildi. Kimi zaman ses çıkarmadan yalnızca kendimi dinlemekten büyük bir keyif alır, kendimle baş başa olmanın tadını çıkarırdım fakat o an, o dağ evindeki sessizlik... İşte o huzur vermekten çok kulağımıza ölüm fısıldar gibiydi.

"Yekta'ya bakmalı mıyız?" diye bir öneride bulundu Beren.

Atalay sertçe yutkundu. O sırada birkaç adım gerileyip merdivenlerden uzaklaştım. "Bu iyi bir fikir olmayabilir, Beren."

"Bu kadar sessiz dönüştüğünü sanmıyorum," diye fısıldayarak fikir belirttim ve kendime Duru'nun dönüşmesini izlediğim akşamı hatırlattım. Kesinlikle kontrolden çıkmıştı, öfkeliydi ve saldırgandı. İçindeki şiddeti çığlıklarına saklamıştı. Oysa Yekta son derece sessizdi.

"Nereden biliyorsun ki?" dedi İdil, zihnimi okur gibi. Bir yandan da laf sokmayı ihmal etmedi. "Kaç kişi üzerinde bilimsel bir çalışman var da böyle bir fikir elde edebilirsin?"

Serkan omuz silkti ve gayet normal bir şey söylüyormuş gibi, "Sanırım senden fazla, İdil."

Serkan'a ölümcül bir bakış attım. Genç adam beni savunduğu için bu tepkime şaşırmış olmalıydı ki bir an afallamış göründü. Bu tepkisi neredeyse beni hayrete düşürecekti zira yaşanan onca şeyden sonra bana gösterdiği iyi niyetlere kanacağımı düşünüyorsa üst düzey bir ahmak olmalıydı.

"Sakın," dedim. "İdil'le arama girme."

İdil sinir bozucu bir şekilde kıkırdadı. Arkadaşımın Serkan'a olan nefreti takdire şayandı. Burada bir başka arkadaşımızın dönüşme ihtimali üzerine korkuyla bekliyorduk. Oysa o Serkan bozulduğu için keyifli keyifli gülümsüyordu.

Elektrikler gidince, arkadaşımın keyifli gülümsemesi soldu.

Sehpanın üstünde duran el fenerlerinden birini kaptım. Deli gibi korkuyordum ancak bir şekilde paniğimi zihnimin ötesine atmayı başardım. O sırada İdil çoktan tüfeğine sarılmış, Serkan yanından hiç ayırmadığı silahını kavramıştı. Atalay ise sopasına uzanıyordu.

Atalay, "Yekta'nın silahı bende," dedi. "Ama ben bunu kullanamam ki?"

Hiç düşünmeden, "Bana ver," dedim.

Arkadaşımın elinden silahı alırken Serkan'ın ela gözleri merakla harmanlanmış bir şüphecilikle ışıldadı. Birkaç saniye boyunca konuşup konuşmama arasında kararsız kaldıktan sonra, "Sen silah kullanmayı bilmezsin ki," dedi.

Ona ters bir bakış attım. "Belki centilmen bir bey öğretmiştir, Serkan. Ne dersin?"

Serkan'ı kıskandırma gibi bir amacım yoktu çünkü ben bir şeyler hissettiğim bir adamın beni tatlı bir biçimde kıskanmasını arzulardım. Serkan bendeki anlamını kaybedeli çok olmuştu. Hayır, amacım Serkan'ın egosunu yaralamaktı çünkü o arkasında bıraktığı kadının bir köpek yavrusu gibi yaşlı gözlerle ona bekleyeceğini düşünecek kadar küstahtı. Ona bir hiç olduğunu göstermek istemiştim.

PANDORA'NIN KALBİUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum