Telefonumu aradım ama yoktu.
Birileri almış çocuğun pardon, berkin telefonunu aradım ve evet onun telefonu cebindeydi telefonun şifreside yoktu.
Enayimi bu acaba şu devirde kimin telefonunun şifresi olmaz yaa?
Neyse telefonu açtım.
Telefon çekmiyordu.
Evet hay benim şansım...
Aptal,gerizekalı,beyinsiz telefon...
Şimdi telefonu duvara yapıştırdıktan sonra düşünmeye başladım.
Benimle kafamın içinde bu düşünceler dönerken o uyandı.
Hafifçe duyulur duyulmaz
kısık sesiyle
dedi ki:"su... "
evet çok klasik çok klişe ama öyle dedi o küçük kulübenin içinde dört tur kendi etrafımda döndüm ve neyseki bir şişe su bulmaya başardım.
Şişeyi aldım kapağını açmak biraz zor oldu ama açtım.
Şimdi berkin başını biraz kaldırıp biraz Sudan birkaç yudum içirdikten sonra sordum.
"kim yaptı sana bunu?"
Cevap vermedi.
Sonra ben dedim ki
"yav gerizekalı, ölecen niye cevap vermiyorsun?"
Yine cevap vermedi.
Söylediği tek şey şu oldu
"canım acıyor."
Dolabları biraz karıştırarak bir ilk yardım çantası bulmayı başardım. Kurşun Berk'in kolunu sıyırmış. Pansuman yaptıktan sonra dışarı çıktım.
nerede olduğumuzu anlamaya çalıştım.
arkamız ormanlık, önümüz uçsuz bucaksız bir deniz ince bir sahildeydik.
ve sahil nasıldı biliyor musunuz
"Uzun ince bir yoldayım darrararidarararri gidiyorum gündüz gece raradadararra"
Yav ne yapayım sahili görünce aklıma gelen ilk şey bu oldu ve türkü söylediğimi duyan berk bana dedi ki:" Cidden Türk mü söylüyorsun sen pes yani" Berk bunu söyleyince bastım kahkahayı... şöyle dedim" Ben ne yapayım bu Sahil bana o türküyü hatırlatıyor... "tamam belki sakinleşmek için de güzel bir taktik ama yani o sahili görünseydi o da söylerdi bence.
hafif yağmur yağdı ve rüzgarlıydı.
içeriden bir ses yükseldi Berkin kapıdan çıktığını gördüm.
Şöyle sordum." içerideki ses neydi"
Berk şöyle dedi.
"kalkmaya çalışırken bir sandalyeyi yanlışlıkla devirdim. " dedi.
Tamam bu konuşmadan sıkıldım ve berk'i ufak çaplı bir sorguya çektim.
"Ne işin vardı burada? Kim vurdu seni? Buraya kim getirmiş olabilir seni?"
Soruları yağdırırken Berk atıldı:
"Oooww". Tamam berk böyle bağırdığı zaman biraz korktum ama hoşuma gitmedi değil.
Sonra berk şöyle dedi " bağırdığım için özür dilerim ama sanırım fazla meraklıymışız küçük hanım..."
Bu söylediğine şaşırmıştım.
Çünkü bende birşey bilmiyordum.
Berk bu söylediğinin kafamda şimşek çaktırdığını anlayınca konuyu çevirmeye çalıştı.
"ben çok acıktım, ve burada bir kulübeden başka hiçbir şey yok, biraz etrafa bakınsak olurmu." dedi.
Hafif bir gülümseme ile.
"olur benim karnım çok aç zaten" dedim.
Etrafda gezinirken sohbet etmeye başladık.
Nerede yaşadığını ,nasıl biri olduğunu,en sevdiği oyunu, yemeği,kitabı, sporu artık bilmem gerekenden fazlasını öğrendim.
Oda benim hakkımda bilmesi gerekenden fazlasını öğrenmişe benziyordu.
Ve etrafda hiçbir şey yoktu.
Bu beni germişti.
"sanırım burada öleceğiz." dedim bir sesle.
Yağmur dahada şiddetlenmişti ve arada bir şimşek çakması sayesinde etrafımda ne olduğunu daha doğrusu ne olmadığını görebiliyorum.
Berk şöyle girişti. "umutsuzluğa kapıldığımız an umut kalmaz biliyorsun değil mi?"
Ne yalan söyleyeyim bu söz çok bilgece gelmişti.
"senin nasıl hala umudun olabiliyor ki?" diye bir soru sordum.
Cevap vermedi.
Bir süre sustuk, sadece sustuk.
Ve bir tane daha şimşek çalana kadar aklımda Bin bir düşünce uçup durdu.
Şimşek çaktığında akşam olmuştu. "artık uyku vakti gelmiş olsa gerek, yarın bir çözüm düşünürüz."dedi berk.
Tamam der gibi başımı salladım ve kulübeye doğru şimşekler ve sert rüzgarlar eşliği ile yürümeye başladık.
Kulübeye vardığımızda ben koltuğa berk sandalyeye oturduk iyi geceler diledik ve sadece bekledik.
Neyimi bekledik? Bilmiyorum.
Ama evet sadece bekledik.
Uzun bir sessizlik sadece ara sıra çakan şimşeklerle bozuluyordu.
Bir süre sonra şimşeklerde susunca gerçek sessizlik başladı...