5. bölüm.

942 29 5
                                    

**** İyi okumalar****

   Kırık düşlerin macrası gibi kırıktı kalbim. Yıllanmış izlerin hüküm sürdüğü kandırılmış kalbimin çığlıklarını görmezden gelmişlerdi. Bense, hayatımda en büyük yanlışı yapmış, yine susmuştum. Hayatımla ilgili kararlar alınırken, tıpkı bir seyirci gibi izlemiştim sonumu. Aslında sonum değildi. En büyük başlangıcımdı.

    Kara gözlerinin bataklığında kaybolduğum adam, bana suçlu benmişim gibi baktı yine. Gözlerinden geçen karanlığın canlı şahidi olmuştum bir çok kez. Karanlığın tanımıydı o. Kurulmuş tahtta kral yerinde oturmuş, azrail vazifesini yerine getiriyordu. Umutlar yeşertmek  dururken, umutlar kırıyordu.

    Ne zaman çıktığımı anlayamadığım odadan, göz yaşları ile çıkmıştım. Çıkmadan önce yaptığı uyarısını da dalgın olmama rağmen duymuştum.
Hazırlanmamızı istiyordu. Aile olarak görmediği bizi ,  sözde ailesi olarak yanında götürecekti.

   Şimdiyse, sakinleşmek için kendime telkinler veriyordum. Oğlumun beni böyle görmesini asla istemezdim. Zaten bu gün iyi şeyler yaşamamıştı. Şimdi bana düşen, her şeyi bir kenara bırakıp oğlumu düşünmemdi.

   Elimi yüzümü yıkadım ve vakit kaybetmeden odama gittim. Giyinme odasına girerken, aklımda nasıl bir elbise giyeceğimi canlandırıyordum.

   Elbislerin arasından gözüme çarpan beyaz  elbisemi çıkardım ve kenara bıraktım. Vakit kaybetmeden aldığım elbiseyi giymiştim.

   Üzerimde; Beyaz, dizlerimin altına gelen dar bir elbise vardı. Kare yaka olması boynumu açıkta bıraksa da güzel görünüyodu. Kol kısmı, kabartmalı, yarım koldu. Ayakkabı dolabından beyaz, ince topuk, zarif bir ayakkabı çıkardım ve vakit kaybetmeden ayağıma giydim. Giyinme odasında işim bittiğinde, odaya geri dönmüştüm.

    Makyaj masasının önüne geçtim ve kızıla yakın turuncu saçlarımı usulca taramaya koyuldum. Bir şekil vermeye niyetim yoktu. Salık bırakacaktım. Yüzüme ise ten rengimde bir pudra ve gül kurusu renginde ruj'umu sürmüştüm. Bu kadarı fazlaydı bile. Sadece eksik olan sahte bir gülümsemeydi. Onu da yaptım. Artık hazırdım.

    Küçük, beyaz çantamı da aldım ve odadan çıktım. Yan taraftaki oğlumun odasına girdim ve yatağının üzerinde giyinmiş bir şekilde duran oğluma baktım. Sanırım Gülsüm teyze giydirmişti.

   Bu hikayede şüphesiz en masumu benim minik oğlumdu. Neyin içinde, neden olduğunu bilmeden yaşıyordu, bilinmezlikleOnu bu bilinmezliye sürükleyen  ise en yakınıydı. Babası. Bir çok çocuğun hayatını şekillendiren 'Baba' kavramı benim oğlum için geçerli değildi. Çünkü, o bizim hayatımızı şekillendirmekten ziyade, kurduğumuz küçük düzenimizi de bozuyordu.

   " Anne nereye gidiyoruz? " Oğlumun sesini duyduğumda bütün düşüncelerinden sıyrılmış, yalnızca oğluma odaklanmıştım.

   "Bir davet varmış, bizim de gitmemiz gerekiyormuş. Hem zaten çok durmayız." Yaptığım açıklama oğlumu tatmin etmiş görünüyordu. Yani Sanırım. Zira benim minik oğlum oldukça akıllı bir çocuktu.

   "Tamam anne. Sana inandım." Dediği şeye güldüğümde, o minik burnunu da sıkmayı ihmal etmemiştim. Burnunu tutarak isyan ettiğinde daha çok gülmüştüm.

   "Ya anne! Burnum uzayacak yapma. Sonra ben de pinokyo gibi olurum."

   Dizlerimin üzerine çöktüm ve oğlumla boyumu eşitlemeye çalıştım. O pamuk gibi ellerinden tuttum ve avuç içine minik bir öpücük kondurdum.

   "Pinokyo yalan söylediğinde burnu uzuyordu akıllım."

  "Bende onu diyorum ya. Sen burnumu çekince uzayacak ve sonra benim yalan söylediğimi düşünecekler." Onun bu masum hali beni   o kadar  mutlu ediyordu ki, bütün dertlerimi unutmuş gibiydim. Yine bir 'iyiki' dedim, içimden. İyiki doğurmuşum bu mucizemi. İyiki.

 
    " Sen merak etme. Herkes senin ne kadar uslu bir çocuk olduğunu biliyor. Tamam mı bebeğim?"

   "Tamam anneciğim."

  Oğlumun başından öperken, kapı pat diye açılınca, ikimizde irkilmiştik. Dönüp bakmama gerek bile yoktu. Bu evde odaya böyle girecek bir kişi vardı. Polat Hancıoğlu.

   Oğlumun korkarak yüzüme baktığını gördüğümde, hemen toparlandım. Ayağa kalktım ve yüzümü ona dönerek, gözlerine baktım. O ise yavaşça üstümü süzüyordu.

   Bu anlamsız andan sıyrıldım ve oğlumun elinden tuttum. Yüzüne bakmadan yanından geçerek odadan çıktım...

  *******

    Geldiğimiz davet sarayının önünde duran arabayla bakışlarımı ihtişamlı mekana çevirdim. Sarayı andıran bu mekan harikaydı. Etraftaki pahalı arabalar da buranın ne kadar lüks olduğunu ispatlarcasına bağırıyordu.

   Ön koltukta oturan adam başını bizim olduğumuz tarafa çevirdi ve çok geçmeden emirlerini sıralamaya başladı.

   "İçeri geçtiğimizde sizi bırakacağım masadan kalkmayın. Gerekmedikçe konuşma. Ve garip bir şey olursa, bana ya da Murat'a haber ver."

   "Ezberimde vardı. Söylemesen de olurdu." Bu konuşmayı her zaman yapardı. Düşmanı o kadar çoktu ki, korumasız nefes alamıyorduk. Gerçi korumalar olmasa da düşmanları bize zarar verecekti ya o da ayrı mesele.

   Sürücü koltuğundan kıkırdama sesi geldiğinde bakışlarım koltuktaki Murat'a kaymıştı. Gülmemek için zor durduğu belli oluyordu. Zira Polat'ın gazabına uğramak istemiyordu.

   "Murat!" Diye bağırdığında, Murat kendini toparlamış ve özür dileyerek arabadan inmişti. Bu sefer onu sinir ettiğim için dudağımda oluşan gülümsemem Polat'ı daha da sinirlendirmişti.

   O da arabadan indiğinde, ben yanımda herşeyden habersiz, elindeki sarı arabasıyla oynayan oğlum ile arabadan indim. Hafif esen rüzgar uzun, turuncu saçlarımı uçuştururken, yeşillerim arabanın önünde Murat'a talimat veren adama kaydı. Lafını bitirdikten sonra bakışlarının hedefi biz olmuştuk.

 
   Yeri döven adımlarıyla yanımıza gelmişti. Benim küçük elimi kendi büyük eli arasına aldığında, bu ihtişamlı saraya girmek için ilk adımımızı attık.

  Sonunu bilmediğim yolda attığım adım  ile belki de hayatım değişirdi. Bilemezdim...

*******🌼

Merhabalar.🙂

  Sizce bölüm nasıldı?

 
Güzel yorumlarınıza ihtiyacım var.🍂

Bir yorumdan ne zarar gelir ki? 🙃🤍

  

   

  

ÖmürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin