28 - Gönülde Solan Sarı Papatyalar

1.1K 54 195
                                    

Gerçek kişi, kurum, kuruluş ve mekanları yansıtmadığını yazılan, anlatılan kişilerin sadece bir kurgudan ibaret olduğunu, ülkemizi ve askerlerimizi asla kötüleme amacı gütmediğini, kurgunun o amaçla yazılmadığını unutmayınız! Teşekkürler.

Kitapta geçen olayların ülkemizle bir alakası yoktur. İsim benzerlikleri tamamen rastlantıdan ibarettir !

Keyifli okumalar ☺️

+++

Teşkilattan çıktıktan sonra direkt olarak eve geçmiştim. Eve geldiğimden beri de annem ve babamın yatak odasının kapısının önünde öylece oturuyordum. Kafam o kadar doluydu ki ne düşüneceğimi ne yapacağımı bilmiyordum. Kalbim sıkışıyordu kendimi bu kadar büyük bir çıkmazın içinde hissetmek beni boğuyordu.

Özel hayatıma bu kadar müdahale edilmesi oldukça saçmaydı, evet ama olay sadece o değildi birileri Albayı kışkırtmış işin içine hile, torpil kattığımızı, Oğuz'un bana iş ortamında diğerlerinden farklı davrandığını, ayrıcalıklı olduğumu öne sürmüştü. Bu yüzden de gidip de benim özel hayatıma karışamazsın diyemiyordum, gerçi desem de pek bir şey değişmezdi orası ayrı konu. Şu an Albay'ın gözünde torpil yaparak bordo bereli olmuş bir askerdim. Her şey bir yana beni en çok yaralayan şey babama dair söylediği sözler olmuştu.

Dudaklarımdan sıkıntılı bir nefes dökülürken yavaşça yerden kalkıp cebimden odanın anahtarını çıkarttım. Yıllardır girmeye cesaret edemediğim o odanın kilidini açarken gergince yutkundum. Kapıyı açmamla annemin en son bıraktığı haliyle duran odayı görmek içimde tuhaf bir his oluşturmuştu. Dudaklarım titrerken ağlamamak adına birbirine bastırdım. Artık daha fazla ağlamayacaktım daha doğrusu ağlamak istemiyordum.

Kapıyı arkamdan kapatıp bir süre odanın girişinde öylece durdum. Burnuma dolan o tanıdık kokular ile şaşkınlığımı gizleyemedim. Yıllardır kapalı olan bu oda da sanki annem ve babamın kokuları hâlâ kaybolmamış gibiydi. Sanki hâlâ annemin duş jelinin o ferah kokusu, babamın kullandığı parfümün kokusu odanın içine hapsolmuş gibiydi. Belki de sadece ben öyle zannediyordum. Koku hafızamın bana oynadığı küçük ama acı bir oyun.

 Unutmaya başladığım o kokuları tekrar duyumsamak yüzümde buruk bir gülümsemeye sebep olurken derince iç çektim. "Ağlamayacaksın Umay, ağlamayacaksın" diye fısıldayarak odanın içine adımladım.

Komodinin üzerinden annem ve babamın evlilik fotoğrafının olduğu çerçeveyi alıp yatağın ayak ucuna oturdum. Yüzümdeki gülümseme büyürken fotoğrafı inceledim. Annemin vücudu babama doğru dönüktü. Sol eli babamın göğsünde duruyordu, babam ise tek eliyle belinden tutmuştu. Annem gözleri kapalı gülümserken o ise anneme bakarak gülümsemişti. O kadar zarif ve güzel bir fotoğraftı ki hayran kalmamak elde değildi.

Annemin gelinliği, saçları, yaptığı makyaj her detayından asillik ve sadelik akıyordu, resmen dupduru bir güzelliğe sahipti. Babam ise oldukça karizmatik duruyordu. Yapılı vücudu, özenle yapılmış saçları ve damatlığı içinde oldukça yakışıklı görünüyordu.

"Çok özledim sizi," dedim parmaklarım fotoğrafın üzerinde gezinirken "keşke yanımda olsanız." Gözlerimin sızladığını hissettim.

"Başlarda uzun bir süre sanki hiç şehit olmamışsınız gibi davrandım, sanki her an çıkıp gelecekmişsiniz gibi." Burukça gülümsedim, "çaresizce hep o anı bekledim ama zor olsa da artık hayatımda olmadığınızı kabullendim. En kötüsü de yokluğunuza alıştım."

          

"Ama bazen," yutkundum "keşke sizinle birlikte bende şehit olsaydım diye içimden geçirmeden edemiyorum. Keşke olsaydım da sevdiğim insanları kaybetmenin acısına şahit olmasaydım diyorum."

"Sonra bu düşüncemden hızlıca vazgeçiyorum çünkü ben sizden sonra çok güzel insanlarla tanıştım. Bana aile sıcaklığını tekrardan yaşatan insanlarla. O güzel insanların bazılarını kaybettim belki ama hâlâ arkamda beni koşulsuz şartsız seven komutanlarım, dostlarım," yutkundum "sevdiğim adam var." Başımı öne eğdim "onu tanıyabilseydiniz muhtemelen çok severdiniz," diye fısıldadım.

"Ben bugün ondan uzak durmak zorunda bırakıldım. Bu hayatı çekilebilir kılan, beni her koşulda destekleyen o adamdan en azından üzerime atılan o iftiranın asılsız olduğunu ispatlayana kadar uzak durmak zorundayım." Bakışlarım annemin sıcacık gülümseyen yüzüne döndü. Gülümsemesini görmek bana hep huzur verirdi, hep gülsün isterdim. Kendimi geriye doğru yatağa bıraktım. Çerçeveyi göğsüme yaslayıp sarılırken gözlerimi tavana diktim. "Keşke yanımda olsaydın da ne yapmam gerektiği konusunda bana akıl verseydin. Başım her sıkıştığında yaptığın gibi."

Bir süre öylece uzanıp tavanı izledim. Ne yapmam gerektiğini düşündüm, bu çıkmazdan nasıl kurtulacağımı ama galiba albayın dediğini yapmaktan başka hiçbir çözümüm yoktu. Şu an Oğuz'a gidip albayın beni tehdit ettiğini söylemem demek göz göre göre onu ortaya atmaktı. Sırf saçma sapan bir sebep yüzünden işinden olmasını veya en ufak uyarı almasını dâhi istemiyordum. Evet bana kimse beni işimden edemez demişti ama şu an ortada bir iftira vardı ve bunu kanıtlamadığım sürece Albay istediğini yapabilecek yetkiye sahipti. Bir de yediğim o azardan sonra Albay'ın yüzbaşıyla bir derdi olduğu hissine kapılmıştım belki de bu yüzden benim üzerime bu kadar gelmişti. Yine de ne olursa olsun önce ortada herhangi bir uygunsuz davranış olmadığını kanıtlamam gerekiyordu, bunu yapmadan Oğuz'a hiçbir şey anlatamazdım. Anlatırsam sinirlenip direkt olarak Esat Albay'ın yanına gideceğini çok iyi biliyordum. Tıpkı ona anlatmayıp kendimden uzaklaştırmaya çalışarak en büyük salaklığı yapacak olduğumu bildiğim gibi...

İç çekerken bakışlarım odadaki kitaplığa kaydı, aklıma gelen şeyle fotoğrafı yerine koyup adımlarımı kitaplığa çevirdim. Kitaplığın alt tarafındaki gizli gözü açıp dizlerimin üzerinde yere çöktüm, birkaç parça eşyayı kenara çekip çelik kasayı açığa çıkardım. Bu kasanın varlığını küçüklüğümden beri bilirdim ama içinde ne olduğuna dair bir fikrim yoktu. Dürüst olmak gerekirse de şifresini bilmeme rağmen hiçbir zaman içinde ne olduğunu merak etmemiş bakma gereksiniminde bulunmamıştım ama neden bilmem içimden bir his bu kasaya bakmam gerektiğini söylüyordu.

Çelik kasanın şifresini girerken derin bir nefes bıraktım. Açıldığına dair gelen kilit sesiyle kasayı açtığımda gözüme ilk çarpan şey bir kutu olmuştu. Kutuyu yerinden çıkarıp kenara koyarken alt rafta bir de dosya vardı. Üzerinde özel kuvvetlerin amblemi bulunuyordu. Kaşlarım havalanırken "Özel kuvvetler" dedim kendi kendime. Babam Kara harp okulunu bitirdikten sonra kara havacılık alanında eğitim almıştı yani Kara Havacılık mezunuydu bu yüzden de dahil olduğu operasyonlar genel olarak bize yani karacılara havadan destek sağlamak üzerineydi.

Dosyayı ve kutuyu alıp yerden kalkarak tekrar yatağa oturdum. Önce kutuyu önüme aldım, mat gri dikdörtgen bir tabanca kutusuydu. Üzerine küçük sarı bir post-it iliştirilmişti. "Teğmen Umay Öztürk'e babasından küçük bir hatıra."  

 Asker olacağıma bu kadar inanmış olması beni mutlu etmişti. Şehit olduğunda daha harp okulundaydım ve ne olacağı asla belli değildi. Buna rağmen buradan anlaşılıyordu ki babam başarabileceğime gerçekten inanmıştı.

Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden kutuyu açıp tabancayı ortaya çıkarttım. Karşımda özel tasarım bir Desert Eagle duruyordu bu babamın tabancasıydı. Tabancanın gövdesi mat siyah, sürgü kısmında ise mat koyu gri gravür işlemeleri bulunuyordu. Kabzanın en alt kısmında italik ve yine gri tonlarında çok fazla göze batmayacak boyutta Öztürk yazıyordu. Yazının sonunda ise yazı ile aynı renkte küçük bir ay yıldız bulunuyordu. 

efnan sakin bozdaga yaklasmasiiin izin verme yazarcigim bide baristir şunları ya noluuur aglayacagim amaa

3ay önce

1
abi öztürk diye hitap etmesine bakılırsa kesin oğuz ya ben ağlamaya gidiyorum

3ay önce

1
AL SANCAK (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin