colin

11 1 0
                                    

Jules itiraf etmişti. Jules beni istediğini itiraf etmişti. Tanrım, rüyada mıydım? Tamam, kabul ediyordum. Onu çeşitli cezbedici yollar kullanarak itiraf etmesi için birazcık zorlamış olabilirdim ama bu söylediklerinin gerçek olduğunu değiştirmiyordu. Ona istemediği hiçbir şeyi yaptırmamıştım. Kollarımın arasında gözlerimin içine bakarak titremeye başladığında kontrolümü kaybedeceğimden korkmuştum. İlk defa. Onu o halde görmek, beni istediğini söylerken görmek... Yeniden düşünmek bile derin derin nefes almak istememe sebep oluyordu. Jules'a kısaca baktığımda kızarmış yanaklarının hala geçmediğini gördüm. Bana bakmıyordu. Odamıza doğru yürürken adımları hızlıydı. Sadece birkaç saniyeyle onu öpemediğime inanamıyordum.

Şimdi odamızın kapısındayken ikimiz de birbirimizle konuşmuyorduk. Hızla inip kalkan göğsüne bakılırsa o da hala etkiden çıkamamıştı. Cebimden kartı çıkartıp Jules'un geçmesine izin verdim fakat içeriye doğru ilerlemesini engelleyerek kolundan tuttum ve onu kapattığım kapının arkasına yaslayarak dudaklarına yapıştım. Sonunda hayal ettiğim dudakları öptüğüme inanamıyordum. Jules önce tepkisiz kalsa da birkaç saniye sonra ellerini boynuma dolamış, öpüşüme karşılık vermeye başlamıştı. Dudaklarımın arasına hapsettiğim alt dudağı öyle yumuşak, öyle tatlıydı ki... Ben.. Ben ona kapılmıştım. Jules'u öpmek hayallerimden bile daha güzeldi. Sıcak ağzının içinde dillerimiz dans ederken onu kalçasından tutarak kucakladım ve yatağımıza doğru ilerledim. Jules'u istiyordum. Her şeyiyle ve her şeyimle. Jules ellerini saçlarımın arasından geçirdiğinde arzuyla inledim. Onu yatağın üzerine bıraktığım kısacık bir anda dudaklarımız birbirinden ayrılmıştı. "Colin," diye inledi. Adımı yüzlerce binlerce defa onun ağzından dinleyebilirdim. Üzerimdeki montu çıkartıp bir köşeye fırlatırken Jules nefes nefese beni izliyordu. Gözleri arzuyla parlarken uzanıp onu yeniden öptüm. Sadece dudaklarını değil, çenesini, elmacık kemiklerini, benim için yaratıldığını düşündüğüm pembe, biçimli yumuşak dudaklarını... Boynuna indiğimde Jules kıvranıyor, adımı sayıklıyordu. Narin boynunda burnumu gezdirip o güzel kokusunu içime çektim. Dudaklarım şimdi kulağının altındaydı. Dişlerimi değdirdiğim anda iz kalacağını düşündüğüm için yapmadım. O benimdi. Bunu ispat etmek için hiçbir şey yapmama gerek yoktu.
"Colin, dur lütfen. Yapamayız." Ellerim kazağının altındayken durdum. Durmak istemiyordum. O kadar uzun zamandır bu anı beklerken durmak istemiyordum. Jules'a baktım. Yüzü kırmızı bir elma gibi olmuştu. Ağzından yapamayız cümleleri çıkarken gözleri öyle demiyordu. Onu yeniden öpme isteğimle savaşarak gözlerinin içine baktım.
"Ne oldu güzelim?"
"Colin yapamayız," diye fısıldadı bir kez daha. "Owen ve Nadia aşağıda bizi beklerken onlara bunu yapamayız."
"Jules senden başka hiç kimse umurumda değil." Jules gözlerini kapatarak nefesini dışarıya verdi ve yatağın üzerinde ikimiz de doğrulduk. Elleri yüzüme uzandı.
"Bu haksızlık," diye fısıldadı. "Onlara söylememiz gerekiyor Colin." Benim için sorun değildi. Nadia'nın karşısına çıkar, ondan hoşlanmadığımı ve devam edersek eğer onun daha çok üzüleceğini söyleyebilirdim. Beni asıl endişelendiren Owen'dı. Jules ona karşı bir şey hissediyorsa eğer ben... ben bununla baş edemezdim.
"Jules eğer Owen'a karşı en ufak bir şey hissediyorsan eğer..." Jules bitirmeme izin vermeden yatakta doğruldu ve dudaklarımı öptü. Kısa ama baş döndüren cinsten bir öpücüktü.
"Sana sadece seni istediğimi söylediğimde yalan söylemiyordum," diye mırıldandı. Rahatlamıştım. Gerçekten omuzlarımın üzerindeki bütün yükler sanki bir anda yok olmuştu. Kahkaha atmak, koşmak, Jules'u defalarca öpmek istiyordum. Eline uzanıp onun için çarpan kalbimin üzerine koydum.
"Hissediyor musun?" Jules başını salladı. "Bu bütün vücudumu ele geçiren his aşksa eğer ben galiba sana fena halde tutuldum Jules Roberts," diye itiraf ettim. "Seni her şeyinle istiyorum. Kalbinin her zerresinde olmak istiyorum. Seni seviyorum ama nasıl erkek arkadaş olunur bilmiyorum. Bunu bana senin öğretmeni istiyorum."
Jules'un gözünden yaşlar akarken kaşlarımı çattım. Onu ağlatmıştım ama bu sefer mutluluktan ağladığına emindim. Yüzüme hala bir tokat inmediğime göre mutluluktan olmalıydı.
"Sen aptalın tekisin," derken bana sarıldı. Ellerim ince beline sarılırken saçlarına öpücükler bırakıyordum. O benimdi. Benim Jules'umdu. Bu şekilde hissetmenin beni bu kadar mutlu edeceğini düşünmemiştim. İçimden haykırmak geçerken kollarımı ona daha sıkı sardım. Kapı çaldığında sarılmamız yarım kaldı. Kim gelmişti? Belki de Bayan Landre yanımıza uğramıştı. Jules'tan önce kalkarak yerdeki montumu aldım ve koltuğun üzerine koydum. Kapıyı açtığımda karşımda Nadia'yı gördüğümde neredeyse geri kapatacaktım. Elindeki paketlerde yemek olmalıydı. Beni görünce gülümseyip, paketleri yukarıya doğru kaldırdı ve hafifçe salladı.
"Hey, birlikte yemek yeriz diye düşündüm," dedi. İçeriye geçmek istediğini fark ettiğimde yavaşça kenara çekildim. Birlikte Jules'un yanına geldiğimizde karşılaşmayı beklediği bir manzara değildi. Jules'ta en az benim şok olduğun kadar şok olmuştu. Nadia gülümseyerek Jules'a da selam verdi.
"Aslında Colin'le yalnız oluruz diye düşünmüştüm fakat seni gördüğüme de sevindim," dedi. "Colin'le gece boyunca ilgilenmişsin. Sabah yanına gelmek istedim fakat Bayan Landre hem Owen'ı hem de beni durdurdu ve dinlenmeniz gerektiğini söyledi." Nadia kısaca bana baktıktan sonra Jules'a döndü.
"Teşekkür ederim... yani Colin'le ilgilendiğin için." Jules gülümsemeye çalıştı. Rahatsız olduğu her halinden belliydi. Yüzüme bakmıyordu. Yataktan hızlıca kalkıp ayakkabılarını giyerken eli ayağına dolaşmış gibi bir hali vardı.
"Hiç önemli değil. Kim olsa aynı şeyi yapardı," diye mırıldandı. Bana bakması için gözlerimi üzerinden bir an olsun ayırmıyordum fakat Jules inatla reddediyordu.
"En iyisi ben gideyim. Siz baş başa yemeğinizi yiyin. Afiyet olsun." Jules kapıya doğru uzaklaşırken Nadia koltuğa geçmiş etrafı izliyordu. Hemen peşinden gittim ve çıkmadan önce onu kolundan yakaladım.
"Jules bana bak," dedim sessizce fakat Jules tutuşumdan kurtulmaya çalışıyordu. En sonunda çenesinden tutup yüzünü yüzüme çevirdiğimde gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Ağlayacak mıydı? Kaşlarımı çatmıştım. Nadia'nın elini bile tutmamıştım. Ona hiçbir şeyin sözünü vermemiştim. Evet şu anda bir nevi partnerim sayılırdı ama bu işi bugün bitirecektim. Jules'ta ben de kendimizi suçlu hissedeceğimiz hiçbir şey yapmamıştık.

"Onunla konuşacağım, tamam mı?" diye fısıldadım. Jules sessizce başını salladı ve kollarını bana sardı. Çok korktuğumu fark ettim. Pişman olduğunu düşündüğüm o kısacık anda birisi kalbimi avuçlarının içinde sıkıyor gibi hissetmiştim. Ama şimdi Jules kollarımın arasındayken daha iyi anlıyordum. Pişman değildi. Pişman olmadığı için kendisini suçluyordu.
"Sen de Owen'la konuş ve bu işi bu gece bitirelim," dedim. Jules bir kez daha başını salladı. Nadia içeriden bana seslendiğinde kollarını hızlıca çekip asansöre doğru uzaklaştı ve o gözden kaybolurken derin bir nefes alıp kapıyı kapattım. Nadia yanında şarap getirmemiştir diye umuyordum çünkü her an şarap şişesiyle başımı yarabilirdi.
Nadia'nın yanına geldiğimde yemekleri çıkartmıştı. Neden direkt sipariş vermediğimizi sorgulayacaktım fakat hamburgerleri görünce vazgeçmiştim. Nadia bana gülümsedi.
"Nasılsın? İyi görünüyorsun ama bilmiyorum. Hamburger yemek keyfini yerine getirir diye düşündüm." Gülümseyerek yanına oturdum. Bu kadar kibar olması canımı sıkıyordu çünkü işimi zorlaştırıyordu. Hamburgerimden bir ısırık alırken nasıl konuya gireceğimi düşünüyordum.
"İyiyim. Teşekkür ederim. Jules benimle çok iyi ilgilendi." İyi bir başlangıç sayılmazdı. Önceki ilişkilerimi hatırlamaya çalıştım. Nasıl bitiriyordum? Genellikle hiç aramaz, mesaj atmaz veya görüşmezdim böylece karşımdaki kişi artık onu istemediğimi anlardı fakat bunun için uygun bir ortam değildi. Şu anda Nadia'dan ayrılıyor gibi hissediyordum ama gerçekten de ortada ilişki adına bir şey yoktu. Henüz birbirimizi tanıma aşamasındaydık. Bu yüzden belki de ona her şeyi bir anda anlatmalıydım.
"Evet, duydum. Bayan Landre bize söyledi. Owen'ın nasıl kızardığını görmeliydin. Seni çok kıskandığı her halinden belliydi." Nadia sırıtarak patatesini yerken kaşlarımı çattım. Şu anda beni kıskanıyor oluşundan keyif almam gerektiğini biliyordum ama Owen ve Jules'un aynı odada yalnız başına olduklarını düşünmek beni strese sokuyordu. Tanrı şahidim olsun Jules'a sesini bile yükseltirse bu sefer onu elimden hiç kimse alamazdı.
"Doğrusunu söylemek gerekirse Owen'a bu yüzden kızamıyorum. Sen ve Jules devam edersiniz diye düşünüyordum daha doğrusu hepimiz öyle düşünüyorduk ama Owen'ın yaptığı konuşmaya bakılırsa eğer araları gayet iyi görünüyor." Nadia gülümseyerek önüne gelen saçını kulağının arkasına sıkıştırdı ve uzanarak koluma dokundu.
"İlk randevumuzda ikimizin devam edeceğine dair hiç umudum yoktu ama şu anda görebiliyorum Colin. Seninle New York'ta yeni bir hayata başladığımızı, ne kadar mutlu olabileceğimizi görebiliyorum. Dün gece seni rüyamda gördüm. Ellerinde beyaz frezya çiçekleriyle beni bekliyordun. Beyaz frezya umudun çiçeğidir. Sana güvenebileceğimi düşünüyorum."
Tanrım... Bu iş hiç de kolay olacağa benzemiyordu. Benim için Rusya'dan New York'a taşınmayı göze almasının nedeni rüyasında gördüğü çiçeklerse eğer psikolojik danışman olmayı bırakması ve gerçek bir yardım alması gerekiyordu.
Kolumu yavaşça Nadia'nın tutuşundan kurtardım ve biraz uzaklaştım. Ona tam da şu anda her şeyi anlatmazsam eğer çok geç kalacaktım. Nadia bir günde nasıl bu kadar umutlanmıştı bilmiyordum ama beni korkutmuştu.
"Nadia, aslında benim sana bir şey söylemem gerekiyor," diye yavaşça söze başladım. Onu kırmak istemiyordum. Nadia yemeğini yemeyi bırakıp bana döndü. Gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Yüzündeki gülümsemenin kaybolmasından anladığım kadarıyla ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı.
"Seni dinliyorum."
"Nadia, ben... Daha doğrusu biz... birlikte olamayız. Seni kırmak istemiyorum ama hiçbir şey söylemeden devam edersem eğer ileride daha çok kırılacağını biliyorum. Ben Jules'u seviyorum. İlk günden beri. Nasıl oldu bilmiyorum ama ona tutuldum... Bunu daha önce fark edemediğim için çok özür dilerim çünkü başkasıyla tanışıp belki de hayatının aşkını bulma fırsatını elinden aldım. Bunun için bana ne kadar kızsan haklısın."
Sonlara doğru sesim gittikçe alçalırken Nadia gözlerini kaçırmıştı. Henüz ağlamamış, çığlık atmamış ya da tokat atmak için bir girişimde bulunmamıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra avuç içlerini dizlerine sildi ve oturduğu yerden yavaşça kalktı.
"Nadia..." Nadia eliyle beni susturdu.
"Lütfen daha fazla konuşma," dedi. "Sana Jules'u istiyorsun dediğimde beni dinlemeliydin Colin. O zaman hiç kimsenin canı yanmazdı."
Nadia hızlıca dışarıya çıkarken kapıyı sertçe çarptı. Nadia'yı kırdığım için üzgündüm ama ona söylediğim için üzerimden koca bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Sıra Jules'taydı. Acaba Owen'a söylemiş miydi? Bu şekilde odada bekleyemeyeceğimi fark edince montumu üzerime geçirip aşağıya indim.
Owen'ın odasına gidip kapıdan dinlemeyi düşünüyordum. Hatta belki de içeriye girmeliydim. O şerefsiz Jules'u ağlattıysa eğer onu kendi ellerimle boğardım. Telefonlarımız yanımızda olmadığı için büyük bir küfür savururken ne yapabilirim diye düşünüyordum. Jules'a ulaşmam ve nasıl olduğunu öğrenmem lazımdı. Belki de Owen'a söylememişti. Şu anda birlikte romantik bir yemek yiyor olabilirler miydi? Bu düşünce karnıma bıçak gibi saplanırken başımı iki yana salladım. Hayır, Jules beni istiyordu. Benim küçük, tatlı Jules'um beni istiyordu. Owen'la birlikte yemek yiyor olamazdı. O anda aklıma Bayan Landre geldi. Evet, onunla konuşmalıydım. Bayan Landre bu işi çözebilirdi. Koşar adımlarla onun odasına gittiğimde içeride bilgisayarın başında bir şeyler yaptığını gördüm. Kapıyı çalıp içeriye girdiğimde önce kaşlarını çatsa da daha sonra gülümsedi.
"Colin, ben de sizi görmeye gelecektim. Nasıl oldun? Yeniden doktorunu çağırmamı ister misin?" Başımı iki yana salladım.
"Teşekkür ederim Bayan Landre fakat sorunumu maalesef doktor çözemez," dedim. Bayan Landre yeniden kaşlarını çattı ve oturmam için deri siyah koltuğu işaret etti.
"Neler oluyor?"
"Bayan Landre, sonunda yaptım. Jules'a her şeyi anlattım. Bana verdiğiniz o kâğıt olmasaydı eğer cesaretimi toplayabilir miydim emin değilim ama o kâğıda hiç ihtiyacım olmadığını fark ettim. Siz haklıydınız."
"Bunu kötü bir şeymiş gibi söylüyorsun."
"Hayır hayır," dedim hemen. "Jules bu zamana kadar başıma gelen en güzel şey fakat Owen ve Nadia işimizi hiç kolaylaştırmıyor." Bayan Landre burukça gülümsedi.
"Aşk hiçbir zaman kolay elde edilmez," dedi. "Nadia ve Owen bunu atlatacaklardır. Şu anda size kızgın olabilirler ama karşılarına doğru insanlar çıktığında inan bana size minnettar kalacaklar çünkü onlarla yaşayacakları mutluluğu sizinle hiçbir zaman yaşayamayacaklardı. Hep bir eksiklik hissedeceklerdi. Bu yüzden üzülmeyi bırakıp Jules'la mutlu olmaya odaklanmalısınız. Hayat çok kısa Colin. Her anınızın değerini bilmelisiniz."
Bayan Landre masasının üzerindeki çerçeveye kısaca bakıp iç geçirdi fakat çerçevede ne olduğunu görememiştim.
"Haklısınız fakat özellikle Jules, Owen ve Nadia'nın hislerini kendisinden daha fazla düşünüyor. Bu konu hakkında ne yapabilirim bilmiyorum. Ona yanlış bir şey yapmadığımızı anlatmaya çalışıyorum fakat sanırım çok tatmin olmuyor. Hatta şu anda Owen'ın yanında ve ben neler konuştuklarını bilmediğim için kafayı yemek üzereyim. Bildiğim tek şey Jules'un üzülmesini istemediğim."
Bayan Landre bir süre düşünceli göründü. Sağ elinin parmaklarıyla birlikte masada ritim tutarken ne söyleyeceğini bekliyordum.
"Sen Nadia ile konuştun mu?" dedi birden. Başımı salladım. "Nasıl tepki verdi peki?"
"Bizi tebrik etmedi tahmin edeceğiniz gibi," diye mırıldandım. "Daha sert bir şeyler bekliyordum ama sadece kapıyı çarpıp gitti."
"Pekâlâ, o halde şöyle yapalım. Owen ve Nadia ile bir de ben konuşayım. Belki de aradıkları o sihirli kelimeleri onlara ben söylerim."
Bu kadın her zaman bu kadar tatlı olmak zorunda mıydı? Komşum Bayan Richardson yerine Bayan Landre olsaydı eğer kesinlikle mental olarak çok daha sağlıklı birisi olacağımı düşünüyordum. Belki de ona teşekkür hediyesi olarak New York'tan bir daire almalıydım.
"Teşekkür ederim Bayan Landre," dedim. "Her şey için." Bayan Landre uzanıp elimi yavaşça sıktı ve bana gülümsedi. Odasından çıkarken kendimi çok daha iyi hissediyordum. Asansörlere doğru ilerlerken karşımdan Owen'ın geldiğini gördüm. Beni gördüğünde kaşlarını çattı fakat yüzünü başka yere çevirmedi. Yanından geçip gitmek ve onunla konuşmak arasında ikilemde kalmıştım fakat buna gerek kalmadı. Owen benden önce davrandı.
"Sen kazandın," dedi. "Jules seninle birlikte olmak istediğini söyledi. Aranızdan çekiliyorum."
"Jules kazanacağım bir oyun değildi Owen," dedim dişlerimin arasından. Owen omuz silkti. "Neyse ne Reed. Sonuç olarak aranızdan çekiliyorum. En başından beri buraya katılmam saçmalıktı zaten."
Owen kendi kendisine konuşuyordu. Yanımdan geçip gidecekken kolunu yakaladım. "Jules nerede?"
"Beni artık hiç ilgilendirmiyor nerede olduğu," dedi. Gözlerimi devirdim. "Onu üzdüysen eğer..."
"Hakkımda ne düşünüyorsun bilmiyorum ama ben zorba değilim Colin," dedi. "Kalbimin kırıldığı doğru. Jules birlikte gelecek planları yapmak isteyeceğim bir kadındı fakat beni istemiyorsa eğer zorla istemesini diretecek değilim. Şu anda muhtemelen odanızdadır. Şimdi izin verirsen eğer Bayan Landre ile görüşmem gerekiyor." Owen kolunu çekip ilerlerken ben de asansörlere doğru ilerledim. Bitmişti. Artık birlikte olmamızı engelleyecek hiçbir şey kalmamıştı. Kalp atışlarım bu düşünceyle hızlanmıştı.
Asansörün kapısı açıldığında koşar adımlarla odamıza gittim. Jules içerdeydi. Ağlamıştı. Yatağın üzerine oturmuş parmaklarıyla oynuyordu. Adımlarım yavaşladı.
"Jules." Ona seslenene kadar geldiğimi fark etmemişti. Göz göze geldiğimizde gözlerini kaçırdı.
"Owen'a her şeyi anlattım Colin. Çok kötüydü. Çok çok kötüydü. Kalbinin kırılışı gözlerine öyle yansımıştı ki kendimden nefret ettim." Yanına gidip yavaşça oturdum ve yüzüme bakmasını sağladım.
"Sen kötü bir şey yapmadın Jules. Söylemeseydik eğer asıl o zaman suçlu olacaktık."
"Biliyorum biliyorum ama elimde değil. Owen'ın yüz ifadesi gözlerimin önünden gitmiyor Colin. Onu yüz üstü bıraktığımı söyledi. Bana hiç güvenmemesi gerektiğini, mümkünse eğer adımı bile hatırlamak istemediğini söyledi." Piç kurusu. Bir de aşağıda bana neler söylemişti. İki yüzlü piç kurusu. Jules'u kendime doğru çekip ona iyice sarıldım.
"Biz yanlış bir şey yapmadık. İnan bana. Bayan Landre onlarla konuşacak. Owen'da Nadia'da böyle olmasının daha iyi olduğunu anlayacaklar." Jules başını salladı. Şu anda gidip Owen'ın o çirkin yüzünü paramparça etmek istiyordum ama bu Jules'u daha fazla üzmekten başka bir işe yaramayacaktı.
"Nadia ne dedi?"
"Hiçbir şey. Sadece kapıyı çarpıp çıktı."
"Benden nefret ediyor olmalı."
"Jules, son kez söylüyorum. Biz kötü bir şey yapmadık. Lütfen artık Nadia ve Owen'ı düşünmeyi bırakır mısın? İkisine de hiçbir şekilde söz vermedik, onları sevdiğimizi söylemedik, birlikte gelecek planları kurmadık. Çabuk atlatacaklardır." Jules'un önünde dizlerimin üzerine çöküp yüzlerimizi eşitledim.
"Onlar bizim birbirimize hissettiğimiz duyguların yarısını bile bize karşı hissetmiyorlar Jules. Hiçbir zaman hissetmeyecekler de. Bunu göremiyor musun? Bu yüzden lütfen kendini suçlamaktan, kendine eziyet etmekten vazgeç. Mutlu olmak bizim de hakkımız."
Jules uzanıp bana sarıldığında rahatlayarak gözlerimi kapattım. Jules kollarımın arasındaydı. Hayal değildi. Rüya hiç değildi ve ben bunun olduğuna hala inanamıyordum. Ona söylediklerimde tamamen ciddiydim. Mutlu olmak bizim de hakkımızdı ve ben bunun için elimden gelen her şeyi yapacaktım.

Ökse Otunun AltındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin