The Hanged Man

168 30 124
                                    

Selamm! Okumaya başlama tarihinizi buraya alalım. Olimpiyat halkaları gibi birbirine geçireceğim bu fantastik evrenlere hoş geldiniz:) Girerken vampir dişlerinizi ve cadı şapkanızı takmayı, tarotlarınızı almayı unutmayın.

.

Serili kartlardan birini seçti: Asılan Adam.

Umudunu tarota bağlayacak kadar bedbaht olmasının verdiği tiksintiyle yüzünü buruşturdu. İnanmazdı fala. Elinde ters duran karta annesi olsa ne derdi, nasıl yorumlardı diye düşündü. Birkaç gün önceye kadar ne neşeliydi oysa. Sonbaharın çökmeye başladığı İstanbul'un ara sokaklarından birinde barda yeni tanıştığı bir güzelle otururken hayatına adeta güneş doğmuştu. Loş odasından içeriye ışık demetleri giriyordu. Onu tekrar karanlığa boğan yayınevinden gelen red e-postasıydı.

Bu kaçıncıydı, saymayı bırakmıştı. Üç eser, elli cevapsız mail. Bir yıl boyunca üzerinde çalıştığı üçüncü eserini de yayınevlerine göndereli on ay oluyordu. Okuyup okumadıklarından emin değildi. Ne bir kabul ne de bir red almamıştı o güne kadar. Bekliyordu sadece. Reddin somut yansıması onu bir kağıt gibi kesmişti. İlk kitabı da değildi, yıllardır yazıyordu. Beş sene evvel bir roman kaleme aldığında yine aynı şekilde cevapsız bırakmıştı onu yayıncılar. Çömezim, kalemim sağlam değil, gelişmeliyim diyerek kendisini yatıştırmıştı. İkinci sefer işte şimdi oldu diyerek daha büyük bir inançla gönderdi dört yüz beş sayfalık romanı onlara. Aylarca bekledi, beklemek bir cehennemdi. Cevapsız kalınca ister istemez umudunu kesti. Dedi ki kendine, "Onların kaybı." Kendinden ve kaleminden emindi, sorun kendisinde değildi. Mutlaka okumuyor olmalıydılar. Aklına hücum eden yeni kurguları klavyeyle bilgisayarına işlerken "Bu defa beğenmek zorundalar!" dedi. Geçen yıllarla beraber kendisiyle birlikte kalemi de olgunlaşmıştı. Bilgisayar başında oturup durmaktan saçı sakalı birbirine karıştı, kahveyle beslenmekten biraz kilo verdi, sevdiklerini ihmal etti. Hırsı onu başka bir şeyle ilgilendirmedi. Annesi de bu esnada eriyip tükendi, vefat etti.

Onu toprağa verirken suskundu, aklında sürekli dönen, konuşup duran tilkiler susmuştu. Pişmanlık hissetti. Başarı hırsı onu yakıp kavururken etrafındaki herkese ilgisi kesilmişti. Avare oldu, kendisini alkole verdi. Tilkileri sussun diye sürekli kitap okudu. Aylarca yazmasa da sonra yine oturdu o sandalyeye, başladı yazmaya.

Tüm bunlar olurken yeni çıkan kitapları mercek altına alıyordu. Yeni çıkış yapmış yazarlar. Çok satanlar. Yirmi birinci yüzyılın sanat anlayışı. Gençlerin okuduğu romanlar. İmza günleri ve söyleşiler. 

Yeni basılmış romanları okurken yüzünü buruştururdu. Hiç beğenmez, hep bir eksik bulurdu. Kendi çok emek verilmiş romanıyla kıyaslar; dizilere, filmlere bile çevrilmiş bu romanları zaman kaybı diye nitelendirirdi ama yine de okurdu. O da bir yazardı, gündemi takip etmek zorundaydı. Böyle kalitesiz romanlara harcanan kağıtlara acır, yayınevlerine kızardı. Bunu yaparken çok öfkelenirdi, kendi romanları yıllardır bir dosyada uyurken bu basit kitapların kabul görmesi onun içini yakardı.

Kartı avcunda tutup kırıştırdı. Oturduğu yatağa kendini bırakıp sırt üstü uzandı. Saçları yatağın üzerine serildi, simsiyah yosunlara benziyordu. Bembeyaz tenine kondurulan iki mavi göz tavana bakıyordu. Rutubetlenmiş tavanı çevreleyen kartonpiyerler ve merkezde tavandan sarkan çıplak bir ampül. Bomboş gözlerle izledi. Aklından bir düşünce geçmiyordu, sadece yorulmuştu ve bu da gözlerinin mahzunluğundan okunuyordu. Kaybettiğini kabul etmiyordu hâlâ, sorunu kendisinde bulmuyordu. Ortada bir sorun vardı, sorun onların istediğiydi. Onların sanattan anladığı sadece çok satmak ve para kazanmaktı. Zamanı ve parası azalıyordu, ya kitabı yayınlanacaktı ya da pes edip geçimini sağlayabilmek için bir işe girip tutkularından vazgeçecekti. Son bir şans tanıdı kendine. Son şans. Başarısız olmadığını kanıtlamak ve hayalleri için son deneme.

Aniden yataktan kalktı, çalışma masasına geçti. Sandalyesine oturup dağınık saçlarını eliyle taradı, sardı ve topuz yapıp bir kalemle tutturdu. Bir not defteri aldı eline. Mavi tükenmez kalemle şu satırları yazdı:

Sanat para içindir.

Para klişeyle gelir.

Klişe insanı eğlendirebilir.

Zengin kız-fakir oğlan?

İyi kız-kötü çocuk?

Vampir-kurt adam?

Cadılar ve büyülü yaratıklar?

Patron-asistan-varis?

Tercih edilenler bunlardı. Birini seçip yazacaktı. Kim bakardı onun yazdığı postmodern romana, vampirlerin ve kurtların bir kız için savaştığı, kötü çocuğun saf kızın kolundan tutup duvara yasladığı romanların birbirini tekrar eden ve hiçbir şey katmayan kurguları varken?

Hâlâ sol elinde aynı kartı tutuyordu. Kırış kırış olan kartı eline aldı ve resmine baktı. Bir adam, ayağından ağacın dalına asılmış. Ona bu kart ters çıkmıştı, anlamı hakkında en ufak bilgisi yoktu. Resimli yüzü üste bakacak şekilde masanın üzerine koydu kartı. Gözleri hâlâ ondaydı. Karttaki adamın ifadesiz yüzünde bir şey gördüğünü sandı. Yüzünü yaklaştırdı. Masaya, kartın üzerine eğilirken adamın sırıttığını gördü. Az önce dikkat etmemiş olmalıyım diye düşündü. Kartın yaldızlı kenarlarının parlayıp adamın hâlâ ağaca asılıyken yaklaşıp onu kollarından tutup içeri çekmesi sadece birkaç saniye sürdü.

Uyandığında kendisini şatafatlı, pahalı mobilyalara sahip bir odada buldu. Bembeyaz lekesiz tavan, gri duvarlar, siyah bir karyola yanında iki komodin ve üç kapı. Temiz yastıkların ve çarşafların arasında nerde olduğunu idrak edemedi. Burası ne eviydi ne de bildiği bir yerdi. Yatakta doğruldu, durumun vehametinin farkına varınca dehşete kapıldı. Kaçırılmış mıydı?

Yataktan aniden kalktı ve üç kapıdan ilk gördüğüne koştu. Kapıyı açınca bir giyinme odasıyla karşılaştı. Raflardaki ve askılardaki kıyafetlere birkaç saniye bakış atıp odaya girmeden kapıyı sertçe kapadı. Diğer kapıya koştu. Burası bir banyoydu. Gri fayanslarla döşeli banyodaki geniş ayna dikkatini çekti. Kaçırıldığı bu yerde kendi vücudunu kontrol etmek aklına geldi. Organlarını mı çalmışlardı? Organ mafyaları onu bu gösterişli odada konuk edecek konuksever miydi? Üstündeki salaş tişörtü kaldırdı, çıplak derisinde yara veya dikiş yoktu. Elleriyle kontrol etti derisini. Organları hâlâ yerinde olmalıydı. Aynaya yaklaştı ve yüzüne baktı. Bembeyaz bir surat. Zaten bembeyaz tenliydi, ruh gibi olmasını da betinin benzinin atmasına bağladı. Saçları kuş yuvası gibi olmuş, dağılmıştı. Onları elleriyle tarayıp düzeltmeye çalışırken daha çok yaklaştı aynaya. Aksiyle göz göz geldi. Kırmızı, kan gibi iris. Korkudan bir çığlık atınca odanın kapısı aniden açıldı, hızla yürüyen bir insanın adım seslerini duyunca duvara sindi. Kendisine muhakkak bir zarar geldiğini, ona şu anda yaklaşan insanın da bu amaçla ilerlediğini düşünüyordu.

"Kardeşim?" Duyduğu sesle şaşırdı, çatılı kaşları hayretle kalktı. Merak eden, şefkatli bir erkek sesiydi bu. Çok geçmeden sesin sahibini gördü. Uzun boylu, kendisinin şu an olduğu kadar beyaz tenli, kırmızı gözlere sahip, yakışıklı ve yirmili yaşlarının başında görünen bir gençti bu. Onun sesini duyunca hızla yanına gelmişti. Sorgulayan, endişelenen gözlerle bakan bu yabancı gence gözlerini fal taşı gibi açarak bakıyordu.

"Sesini duyduk, iyi misin? Yine mi kabus gördün?"

Duyan başka birileri de mi vardı, kaç kişiydiler? Kırmızı gözler. İkimizde de var. Bembeyaz ten. Ruh gibi. Ruh. Lüks ev. Organlarım. Böbreklerim, ciğerim. Mafya. Canımı alacaklar. Kaçmam lazım. Kalabalıklar. Tek başımayım. Savaşamam, kavga edemem. Bittim. Kırmızı gözler.

Sırtı soğuk fayanslara dayalı genç adam takatinin kalmadığını hissetti, gözleri kararırken duvarın dibine çöktü ve bilinci kapanırken gördüğü son şey o endişelenen yabancı surattı.

Sanat Para İçindirWhere stories live. Discover now