"Çok kalın kafalı olduğunu biliyorsun değil mi?"
Sesimi duyunca durduğu yerde sıçrayan Drew olduğu yerde dönüp çevresine bakınıyor. "Drew!" saklandığım köşeden -burası kısmen yanık ve yıkık iki binanın arasında kalan küçük kuytu bir boşluk- bir kere daha sesleniyorum "Buradayım!"
Ağabeyim bu sefer direk yüzüme bakıyor bakmasına da yüzündeki alık ifade silinmek şurada dursun daha da komik bir hal alıyor. Durum değerlendirmesi yapar gibi dudaklarımı büzüp kafamı yana yatırıyor ve omuz silkiyorum "Aşağı yukarı doğru tepki?"
"Sen... sen de kimsin be?"
"Hey! Hayatının yarısından çoğunu ben kulağının dibinde gevezelik ederken geçirdin şimdi de sesimi tanımıyor musun Drew?"
"A... Ava?"
Gerzek. Bir dakika, niye içimden söylüyorum ki ben bunu?
"Gerzek" diyorum "Herhalde benim"
"Sana artık... diyecek laf bulamıyorum" diyor ağabeyim düşmemek için bir duvara tutunurken. "Geçen seferki teklifim hala geçerli, tımarhaneye gitmek istemediğine gerçekten emin misin?"
"Şimdilik bahçesinde dolaşmak iyi geliyor" diyorum sırıtarak. Drew gözlerini belertip kafasını iki yana sallarken yanıma geliyor.
"Eee, söyle bakalım. Her hafta iş çıkışında bu yıkıntı sokağa gelip beklemenin insanların dikkatini çekmeyeceğini sana düşündüren neydi sevgili ağabeyciğim" diyorum tatlı bir sesle.
"Bana ağabey deme" diye suratını buruşturarak homurdanıyor Drew karşıma çökerken. "Ninem gibi görünüyorsun"
"Belki de, sen de dedem gibi görünmek istemiyorsan bu işten uzak durmalısındır Drew" diyerek arkama yaslanıyorum.
"Ne kadar bencilce davrandığının farkında mısın?" diyor Drew.
Ne tuhaf. Hayatımızda ilk defa, yapabileceğimiz en fedakarca şeyi yapmaya çalışırken de bencil diye yaftalandık iyi mi?
"Olabilir" diyorum. "Sen de öyle davranıyorsun"
"Topluluksuz kaldın Ava!" diyor Drew "Bunu ailemizden ne zamana kadar saklamamı bekliyorsun?"
"Bir sonraki ziyaret gününe kadar?"
"Çok komiksin, gerçekten"
İç geçiriyorum. "Bak, beni bu halimle görmemeliydin bile!" diyorum. "Saksıyı çalıştır Drew, saklanıyorum"
"O kadarını anladık" diyor Drew. "Ama kimden ve neden..."
"Bu konuyu halletmiştik" diyorum.
"Hayır bir halt hallettiğimiz yok, sadece sen ihtiyaç duyduklarının listesinin ve adresin çantamda olduğunu söyleyip kaçıp gittin!" diyor Drew. "Ben çok ciddiyim, neler oluyor Ava?"
Off, kafamın içinde bir uğultu var. Nedenini bilmiyorum. Şu an herhangi bir şey biliyormuş gibi hissetmiyorum.
"Ava, Ava diye bağırıp durma" diye tıslayarak kafamı köşeden dışarı uzatıp çevreyi kolaçan ediyorum "Her yerde beni arıyorlar, görmedin mi?"
Drew gözlerini kısıyor. "Biliyorum. Bana da sordular" diyor sonra, kaşlarımı (yani artık onlardan geriye ne kaldıysa) kaldırıyorum. "Ofisten çıktığım zaman, hani şu ziyaret gününde tanıştığımız arkadaşların."
Gözlerimi kapatıp parmaklarımla burun kemiğimi sıkıyorum. Lynn... Bir şeyler göğsümü tırmalıyor. Tırnak seslerini bile duyabiliyorum.
"Onlara ne söyledin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR
FanfictionBeş topluluk vardı. Fedakarlar yönetirdi. Dürüstler adalet dağıtırdı. Dostluk insanlarımızı beslerdi. Bilgelik bilgi gerektiren her yerdeydi. Ve cesurluk bizi korurdu. Bunlar olmadan ayakta kalamazdık. Değil mi?