"Dostum iyi olduğundan emin misin."
"Evet Connell geldiğinden beri bunu söylüyorsun."
"Ne yapayım endişelenmeden duramıyorum. Hem babana haber ulaştığında ne kadar kızacak biliyorsun değil mi belkide ajanları idam ettirecek.'
"Ah, Evet tabiki öyle yapar. Senin kafan iyi mi bugün Connell."
"Bende konuşalım diye saçmalıyorum işte."
"Aynen öyle."
"Hey, Shan."
"Hı."
"Gümüş kızı anlatsana."
"Terabithia aşkına. Gümüş kız ne Connell."
"Adını bilmiyorum ki."
"Victoria."
"İsmi Victoria mi."
"Evet. Hem, niye bu kadar şaşırdın ki."
Victoria kişiliğiyle çok uygun bir isimdi. Gerçi ben onun kişiliğini nereden bilecektim de fakat bir suikastçı olduğunu düşünürsek gayet uyumluydu.
"Boşver, hadi anlat."
"Şu en son senin yanından ayrıldığım zaman yanıma kesici aletlerimi alıp yola koyulmuştum. Oraya gittiğimde Victoria'nın boğazını bir adam sıkıyordu. Ama yerde ölmüş en az yirmi, otuz adam vardı. Hepsini tek başına öldürmüş. Connell, Victoria sandığımızdan da yetenekli bir savaşçı."
"Sanırım öyle."
"Sonrasında yanımda getirdiğim oku çıkarıp o adamın sırtına sapladım. Hemen yere yığıldı zaten. Biraz onunla konuşmayı denedim eh, pek başarılı olduğum söylenemez ama."
"Seninle hiç konuşmadı mı."
"Hayır konuştu konuşmasına da of bilmiyorum ama o kızda farklı bir enerji var Connell."
"Nasıl bir enerji tehlikeli anlamında mı."
"Tam olarak öyle değil ama farklı şeyler işte bence bu kızın altından bir iş çıkacak."
Biraz düşününce Shan'ın söylediklerinin manyakça olmadığını fark ettim. Belki de bu kız dünya için büyük bir tehditti.
"Peki nasıl biri, yani konuşmasından falan anladığın kadarıyla."
"Bence sohbeti gayet güzel Victoria'nın öyle görünmese bile neşeli bir insan olduğu hissini aldım."
"Gerçekten mı."
"Evet."
Aradan bir iki dakika geçince alnımda biriken bir ter damlası kirpiklerimden geçip yanağıma ulaştı. Böylelikle odanın ne kadar sıcak olduğunu fark ettim.
"Kapıyı açsam senin için sorun olmaz değilmi dostum."
"Dostum diyorsun ama kapıyı açmak için benden izin alıyorsun." Dedi biraz alaycı bir tavırla.
Kapıyı ve pencereyi açtıktan sonra derin bir nefes aldım ve pencereye doğru yürüdüm. Temiz havayı içime çektim o sırada Shan konuştu,
"Yapma şöyle hareketler. Kıskanıyorum seni."
Ona kıkırdayarak karşılık verdim.
"Avenger King denilen lanet olası bela hapisten kaçmış. Hemen aramalara başlayın ve bulun o suikastçıyı. Artık onu canlı bulup getirme işi yok. Çünkü bu adam beklediğimizden de usta çıktı. Eğer suikastçıya benzer birini görürseniz direkt öldürün."
Açık olan kapıdan Benjamin'in (Saraydaki en nitelikli ajanlardan biri) muhafızlara söylediği tehditkar sözlerdi bunlar.
"Benjamin." Diye seslendim fakat sesim normalden biraz daha fazla yüksek çıkmıştı.
Yanıma gelip eğildi ve
"Evet majesteleri."
"Suikastçıyı kaçırdınız mı." Dedim kafamı hafiften yana yatırarak.
"Evet majesteleri çok özür dileriz, aptallık ettik en yakın zamanda onu bulup öld-"
İşaret parmağımı dudaklarıma götürüp susmasını istediğimi belirten bir ses çıkardım.
"Evet. En yakın zamanda onu bulacaksınız ama öldürmeyip bana getireceksiniz.⚔️
Shan'ın yanında bir iki saat daha durduktan sonra kendi odama gittim. Orada dinleneceğimi ve biraz olsun kafamı sakinleştirebileceğimi sanıyordum ama yanılmıştım. Tüm bu düşüncelerim babamın bana seslenmesiyle birlikte patlayan bir buluta dönüştü.
"Connell!"
"Efendim baba."
Kapıyı açıp hızlı adımlarla içeri girdi ve
"Gel yemeği bu akşam birlikte, baş başa yiyelim."
"Ciddimisin sen."
"Dalga geçer gibi bir halim varmı sence."
"Hayır hayır öyle demek istemedim ama en son senle aynı yemek masasına *Lomera gününde oturmuştuk."
"Tamam yakın bir zaman işte."
"Lomera tam tamına dört ay önceydi baba."
"Uzatma ve benimle gel Connell."
"Tamam sen öyle diyorsan."
İçimde tuhaf bir his vardı. Bunun normal bir yemek olmayacağı belliydi ya benle bir anlaşma yapacak, ya da benim hoşuma gitmeyen bir şeyi benden isteyecekti. Dışımdan güçlü bir nefes vererek odamın kapısından dışarı çıktım. Merdivenlerden inerken başımı hafifçe sağ tarafa çevirdiğimde, gözüme babam ben ve annemin yarısı, yüzünün bir çoğu görünmeyen bir tablo ilişti. Annemi her zaman merak etmişimdir. O, ben iki yaşıma girdiğimde bir gemi yolculuğunda, geminin batması sonucu ölmüştü. -Tabi söylenenlere göre- fakat benim içimde hala bir umut vardı. Onu bulacağıma dair. Çünkü bu diyarda kıyıda ve köşede kalmış, açıklanamayan bir çok sır ve bir o kadarda bilindiği söylenen fakat aslında doğru olmayan şeyler vardı. Bir anda tabloya daha fazla vakit ayırmamam, babamın yanına gitmem gerektiği aklıma geldi. Merdivenleri daha hızlı inmeye başladım ve -Tablolara bakmadan yoksa bakarsam bu iş daha da uzayacaktı- yemek masasının yanına vardım.
"Niye bu kadar uzun sürdü gelmen."
"Gelirken Alex'le biraz konuştum da."
"İyi tamam geç karşıma, otur."
Sandalyeyi hafifçe kendime doğru çekerek oturdum.
"Nasılsın oğlum ?"
Soru karşısında afalladım.
"İ-iyim baba.""Sen sormadan söyleyeyim, bende iyiyim. Bugün seninle bir konu hakkında konuşmak için seni buraya çağırdım."
"Evet onu anladım. Yani benimle bir konu hakkında konuşmak istediğini. Yoksa benimle gerçekten bir yemek yemek istemediğini biliyorum."
Bunu söylediğimde babamın çenesinden bir kasın seğirdiğini gördüm. Gözlerini bir süre kapatıp derin bir nefes vererek sözüne tekrardan devam etti.
"Neyse ne şimdi beni dikkatlice dinlemeni istiyorum."
Başımı ileri geri sallayarak onayladım
"Sence de benim zamanım kısıtlı, değil mi Connell"
" Nasıl yani"
"Zamanın kısıtlı, ne zaman öleceğim belli değil."
"Neden bir anda böyle düşündün ki?"
Dedim soru sorar gibi bir ifadeyle
"Hastalık Connell. Sen, farkında değilsin ama saraydaki çoğu kişiye yayılmaya devam ediyor ve hastalığa yakalananların hepsi de öldü."
"Ne yani bir kaç haftadır ölen kişiler bir hastalık yüzünden miydi."
"Yani o yüzden her an ölebilecekmişim gibi hissediyorum Connell."
Babamın sözleriyle kalbime bir hançer saplanmıştı sanki, bıçaklanmışım gibi ağzım açık kalmıştı.
"S-saçmalama baba, nasıl, nasıl böyle konuşursun."
"Bu bir gerçek Connell. Bende o hastalığa yakalandım."
"B-belki, belkide kurtulmanın bir yolu vardır."
"Yok. Connell. Yok haftalardan beri bütün doktorlar bu hastalığı geçirmenin üzerinde çalışıyorlar. Ama hiçbir şey bilmiyorlar."
"Her zaman bir yol vardır."
"Bazı şeylerin yoktur Connell o yüzd-"
Babam daha sözünü bitiremeden bir öksürük krizine boğuldu ve yüzü kıpkırmızı olmaya başladı. Hemen sandalyeden kalkıp yanına gittim
"Baba, Baba! İyi misin, cevap ver!"
Babamın öksürükleri yavaşlayınca başını salladı ve işaret parmağını ileri doğru göstererek tekrar yerime oturmamı işaret etti.
"İyi olduğundan emin misin, doktor çağırayım mı?"
"İyiyim ben geç yerine otur bir şey söylemem lazım."
İstemeyerek de olsa yerime oturdum ve söyleyeceği şeyleri merak ederek, bakışlarımı yüzüne kilitledim.
" Bak Connell eğer ki bana cidden bir şey olursa, soyumuzun devam etmesi lazım. Tahtın başına elbet ki benim kanımı taşıyan birinin geçmesi gerek. Ve şuan bu niteliği taşıyan tek kişi sensin."
"Ne yani b-benim tahta geçmemi mi istiyorsun."
"Aynen öyle istiyorum."
"Baba ben , ben bunu yapamam üzgünüm."
İşte asıl korktuğum şey buydu, tahtın başına geçmek, saçmasapan işlerle uğraşmak, dışarıdayken kendi yüzünü saklayacak kıyafetler giymek, en kötüsü de istemediğim biriyle evlenmekti. Daha on sekiz yaşındaydım ve bu benim içim çok erkendi. Ne olursa olsun, babamı bu fikirden vazgeçirtecek bir yol bulmam gerekiyordu.
"Ne demek yapamazsın istesen de istemesen de bunu yaparsın, çünkü bu benim sana vasiyetim olacak."
Vasiyet mi demişti o?*Lomera: Başlıca Owen olmak üzere, Terabithia Diyarın'da yılda bir kez Juno ayının üçüncü haftasında yapılan o krallıktaki soylu ailenin ölen kişilerinin anıldığı gündür. O gün saat on ikiye kadar diyardaki hiç kimse her hangi bir şey yiyemez. Eğer yerlerse krallıktaki ölen kişilere saygısızlık yapıldığını düşündükleri için cezası ölümdür.
☆
YOU ARE READING
Terabithia ( Gelecek Diyar Serisi 1. kitap)
FantasyVictoria Valencia Owen Krallığı'nın en ünlü suikastçısıdır. Victoria, işlediği cinayetlerden dolayı hapis cezasına tâbi tutulur. Victoria hapisten kaçmayı bir şekilde başarır ve cinayetlerine seri bir şekilde devam eder. Bir olay sonucu Victoria'nın...