20. BÖLÜM - YILDIZ

27 6 2
                                    


 AMARE

     Bunca yıllık dostluk, bunca yıllık emek, bunca yıllık sevgi bunun için miydi, ha? Yıldızsız bir gökyüzü altında ölmemiz için miydi?

     —Geceyi karartmış olabilirsiniz lakin burada parlamaya devam eden bir yıldız daha var. Burada ölmeyi reddeden bir güneş daha var. Burada yenilmeyen ama kaybeden bir Aeterna askeri daha var. Söyleyin, söyleyin bana! Aldanıyor muyum yoksa?

     Yorgunluktan bitap tutmuş ellerinden birini toprağa koymuş, öbür elini tamamen yıkılmamak adına baston niyetine kullandığı uzun baltasına dayamıştı. Genç bir askerken bile bu denli yorgun düşmesine sebep olacak kadar, pactumuyla ateş yaratmamıştı. Kısa kızıl saçları bu alevlerle dans ederken Amare kesmiş, biçmiş, yakıp yok etmişti. Kendisi durdurmasa düşmanlarının yapacağını yapmıştı. Denklemin sağ çıkan tarafında olmak içini hiç mi hiç rahatlatmamakla birlikte geride kalanlardan birçok kişinin hayatını şimdilik de olsa kurtardığını biliyordu.

     Kafasını kaldırıp savaş meydanına göz gezdirdiğinde birçok kadın ve erkeğin, çocuk ve yaşlının askerlerle ilgilendiğini görebiliyordu. Konuşmak için ağzını açtı ama kupkuru dudaklarından tek bir ses bile duyulmadı.

     —Al, buradan iç.

     Kendisine verilen su kabağından yapılma mataraya uzanırken sahibinin yüzüne bakmasına gerek yoktu. Savaş meydanında gençler yerde cansız bedenleri ile yatarken yaşlılar hoş sohbet içinde birbirine su ikram ediyorlardı ha! Tekrar görmek nasip olmasın!

     Yağmura hasret dudakları bir bulutmuşçasına soğuk suyu içine çekerken vücudu da kendine gelmeye başlamıştı. Talpa; şaşkın, hayran ve meraklı bakışlarla Amare'yi süzüyordu. Sadece o da değil, birçok asker yavaş yavaş savaşın kalbine doğru ilerliyordu. Evet, her şey ateşle başlamış ve ateşle son bulmuştu ama bu ateş başında anlatılacak öykülerden değildi.

     Şifacıların kollarına girmiş kadınlı erkekli Aeterna askerleri balın başına üşüşen arı misali Amare'ye doğru gelmeye devam ediyorlardı.

     "Onları kurtardım, peki ne için? Karanlık... Hâlâ karanlık. Yıldızlar ise hâlâ kayıp. Ne için o zaman?"

     Doğrulmaya çalıştı, bir an dengesini kaybedecek gibi olduğunda koluna giren askere şükürler olsundu. Kahramanlığa bu kadar yaklaşmışken yüz üstü yere devrilmesi pek de asilce olmazdı. Ne olur ne olmaz tek dizini zemine koydu. Herkes gözlerinde meraklı bakışlarla ona bakıyordu.

     Şunlar Prens Lumen ve Prenses Spiri miydi? Onların savaş meydanında ne işi vardı? Onlara sarılacak, sonra da sağlam bir şekilde azarlayacaktı. Sonra tekrar sarılabilirdi. Çocuklar, bu yorgun savaşçının mirası olarak belki bu günü atlatabilirlerdi. Bir an sinirlendi.

     —Çölde yağmur görüp de bunun imkânsızlığını anlamaya çalışan kabile askerleri gibi bakmayı bırakın da ne söyleyecekseniz söyleyin be! Yoksa uzun baltam ile gece gezmesine mi çıkmak istersiniz, ha?

     O sadece Amare'ydi. Planı olan bir deli... Lakin neyi nasıl yapacağını ne zaman çözmüştü. Ölüm yağarken karanlıklar içinde, o ışığı nasıl görmüştü. Bulutlarının içinde saklı ve amansız olan şimşekten nasıl sakınabilmişti? Talpa hâlâ yanında, bir eli omzunda ona bakıyordu. Ağzını ilk açan da Talpa oldu çünkü o sormazsa kimse sormayacaktı.

     —Öncelikle su kabağımı iade edersen çok sevinirim. Bir de siz ateş çocuklarının suyu sevmediği söylenir. Savaştan istifade gözümün önünde yan kesiciliğe de mi başladın, ha Amare?

     Amare, büyük bir yudum daha alırken bu sefer yaptığını susuzluktan çok keyif için yapmıştı. Evet, savaşın orta yerinde keyif yapıyordu. Biraz dinlendikten sonra büyük ihtimalle bu sefer köklerini kazıyacak ikinci savaş öncesi Talpa'nın nimetlerinin tadını çıkarıyordu. İnsanlar arasındaki gülüşmeler bunu hak ettiğini destekler cinstendi.

     —Toprağın altındaki karanlıkta daha huzurluydum yaşlı dostum. Orada en azından yüzünü göremiyordum. Hem de daha sessizdi. Önümüzden ilerleyen ve bize yol göstermesi gereken birilerinin konuşmalarını saymazsak, ha Talpa?

     İki eski dost ağız dolusu kahkahalar atarken birçok asker ve aile de onlara katıldı. Ah, öleceklerdi ama bunu kendi tarzlarında; gülümseyerek yapacaklardı. Yıldızları ellerinden alanlar, dostlarını ellerinden alanlar, evlerini ellerinden alanlar bunu alamamışlardı. Kahkahaları hâlâ onlara aitti.

     —Sevgili Talpa, seninle düşman olsak –ki dost olduğumuzu söylemiyorum– ve savaş sırasında karşı karşıya gelsek en çok neye dikkat edersin?

     Yaşlı köstebek, ağarmış sakallarını bir yukarı bir aşağı, parmaklarıyla çekiştirirken bembeyaz dişleri ile gülümseyerek cevap verdi:

     —Sevgili Amare, seninle düşman olsak –ki suyumu bitirdin– ve savaş sırasında karşı karşıya gelsek özellikle sana dikkat ederim. Sana derken çirkin yüzüne değil. Gözlerine. Özellikle deli gibi baktığın ana dikkat kesilirim.

     Evet, evet! Birbirlerini ne kadar da iyi anlıyorlardı.

     —Neden buna gerek duyasın ki?

     —Çünkü o bakışı gördüğüm zaman bilirim ki bir planın vardır ve planını uygulamaya başlamadan tüm kuvvetimle seni ezmeye çalışırım.

     Amare'nin gülümsemesi genişlerken aslında bu yaşlı köstebekten ne kadar hoşlandığı düşündü içinden. Tabii ki bunu bakışlarına yansıtmamaya özen gösterdi.

     —Dostlarım! Bu yaşlı ve bilgi yolundan yoksun zihin bile bana karşı ne yapması gerektiği bilecek kadar zeki iken düşmanlarımız ne yaptı?

     Sessizliğin uzamasını beklerken anlatacaklarına güç kazandırıyordu.

     —Geri çekildiler. Planım olduğunu gördüler ve başka bir planla karşılık vermeye çalıştılar. Hiçbir Aeterna askeri bu kadar ahmak olamaz. Demek ki onlar gerçek Aeterna askeri değil. Düşmüş Aeterna askerleri!

     Gülümsemeyen yüzleri ve konuşmayan dilleri bunu bizlere söylemiyorsa düşünmekten aciz zihinleri söyledi. Onlar bizim kardeşlerimiz değil, bu karanlık onları bizden aldı ve bize çevirdi. Bunu yaparken akıllarına vurduğu ketin farkında mıydı bilmiyorum lakin ben farkına vardım ve yapmam gerekeni yaptım.

     Onaylayan ve hayran bakışlar Amare'yi sarmalıyordu. Bazı askerlerin silahlarını kalplerinin üzerine götürüp zırhlarına vurması bir Aeterna askerinin alabileceği en büyük övgülerden biriydi. Sadece aklınla değil, silahlarınla değil, kalbinle de dövüş. Dostların için, ailen için, kral Nihil Non için.

     Tam o anda karanlık gökyüzünden bir varlık Amare'ye doğru süzülmeye başladı. Bir şey direkt olarak savaşın kalbine ilerliyordu. Birkaç asker elleri silahlarında saldırmaya ve savunmaya hazır hale geçerken Spiri onları durdurdu.

     Kimse bu küçük kızı sorgulamayı aklından bile geçirmedi. Bu aysız karanlıkta bir şeyleri görüp fark edecek birisi varsa o da Spiri idi. Kollar yavaşça inerken tek bir kol gökyüzüne uzanmış şekilde asılı kaldı.

     Lumen, Kule Savunucuları tarafından gönderilen gölgeli martının koluna konmasına izin verdi ardından da ayağındaki nota bağlı ipi çözmeye başladı. Küçük notu nazikçe gölgeli martıdan ayırdı ve sonra da ruloyu açmaya başladı. Yazıyı anında tanımıştı. Başka kimseye ait olamayacak kadar kıvrık ve süsten uzak durmak üzere emek harcanmış harfler, tek bir kişiye işaret ediyordu.

     Sessizliğin içindeki ses olarak basit ama kıymetli iki kelimeyi okudu:

     "Hayattayız. Geliyoruz."

ATEŞTEN KORKAN EJDERHA SERİSİ 1 - IŞIĞIN TACIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin