Bir turuncu gül yaprağı daha kondu Noéline'in saçına. Onu da artık gelenek oldu diye aldılar ve Chloe, üniformasının cebine koydu yaprağı. Oraya getirilen güller yerlerinden koparılmıyordu, topraklı bir şekilde asılıyorlardı, yani dekorasyondan çok saksıda yetiştirilen gayet de sağlıklı ve iyi bakılan güllerdi onlar. Buna rağmen bu "şakacı" tavırları komikten tuhafa dönmüştü.
Büyük merdivenlerden yavaş adımlarla indiler, artık gözleri kapalı olsa da bulabilecekleri yemek odasına girdiler ve masadan kapıya uzanan güzel kokuyla karşılandılar yeniden. Noéline ve Chloe, etraflarına neşe saçarak yürüdüler, kol kola girmişlerdi.
O sabahlığına Rehtanland'ın iki dükü de oradaydı ve prenseslerle bir araya gelip onlarla tanışabilmenin ne kadar onur verici olduğunu söylüyorlardı. Hizmetçilerinde onlarla oturmasını tuhaf karşılamışlardı, özellikle düklerden sarı saçlı olan "Bunu normalde yalnızca Prens Durand ve kâhyası Lucine'e özel bir durum sanıyordum!" yorumunda bulunmuştu.
Onların yanından geçen Roselle, kızlardan yöne başını çevirip elini salladı. Chloe ve Noéline'in yüzlerindeki neşe, prensesi uyarmak isteyen bir endişeye dönüşse de geç kalmışlardı ve Roselle, elinde seramik çaydanlıkla yürüyen Lucine'e çarptı.
İki hanımefendinin de üstüne çay dökülmüştü ve hiçbiri ne olduğunu fark edemeden çaydanlık, Lucine'in ellerinin arasından kayıp yere düşmüştü. Parçalarına ayrılan çaydanlık, içindeki sıcak çayla beraber yere yayıldı. Yemek odasındaki neşeli gürültü de böylelikle sona erdi, tüm dikkatler tek bir yana çevrilmişti.
Lawrance ve Chloe, onlar iyi mi diye bakmaya geldiğinde Roselle alt dudağını ısırıyordu. Elbisesinin ucunu tutup karnından uzaklaştırmayı deniyordu, gülümseyerek ortamdaki stresi bozmayı denedi. "Üzgünüm, Lucine, önüme bakmıyordum. Hata bende."
Ama başını kaldırıp Lucine'e baktığında karşısındaki kâhyanın her zamanki resmi nötr ifadesinden daha farklı bir yüzle karşılaşmıştı. Zaten solgun olan ten rengi, artık hastalığından ölmek üzere olan birinin tenini andıracak türde renksizdi. İfadesizdi ifadesiz olmasına ama gözbebekleri küçülmüştü, iki siyah noktanın ufaklığı o koyu göz rengine rağmen fark ediliyordu.
Lucine'in üstüne daha fazla çay dökülmüştü, üniformasının uçlarından damlıyordu hatta dökülen çayın küçük bir kısmı. Buna rağmen yüzünde acıdan eser yoktu, kaşları bir çift düz çizgiydi. Lawrance ve Chloe ne olduğunu anlamayıp birbirlerine baksalar da Roselle hemen fark etmişti bu bakışların anlamını.
Yüzünü onlara bakan kalabalığa çevirdi Roselle ve tekrar etti. "Önüme bakmıyordum, kusura bakmayın. Siz kaldığınız yerden devam edin, hadi, lütfen."
Sesiyle özellikle "hadi" kelimesini emir verircesine bastırdı, dükler onun sabrını sınamaktan yana olmadı ve hemen önlerine dönüp fısıldaşmaya başladılar. Durand, yerinden kımıldamamıştı bile, normalde böyle bir durumda oraya koşması ve formalitesini unutup paniklemesi gereken Durand. Sadece düklere bakıp bu aksaklığı görmezden gelmelerini söylemişti.
Gianna ve Mirell aralarında Roselle'in anlamlandıramadığı bir bakış paylaştı, Alphonse gözleriyle yeri işaret ettiğinde Bernard temizlik malzemelerini getirmek üzere fırladı yerinden.
Lawrance, Roselle'i üstünü değiştirmesi için yatak odasına götürecekken kısa saçlı prenses, Lucine'in de yanına gelmesini söyledi. "Ama dikkat çekmeden çağır onu. Yemek odasındakiler sanki suç işlemiş gibi bakıyordu kıza."
Görevini kararlılıkla yerini getirecek Lawrance geri döndü. Roselle, içinde gittikçe büyüyen üzüntü ve pişmanlıkla beklerken ayağıyla bir ritim tuttu. Yanından geçen iki gardiyan onun karşısında eğildi ve nöbetlerine devam etmek üzere sarayın batı tarafına yürüdüler. Onlardan kısa süre sonra da Lawrance ile Lucine geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Dökümü
RomanceTüm hayatını prensinin kâhyası olarak geçirmeye hazırdır Lucine Devereux, bu halinden de gayet memnundur. Yetenekli, içine kapanık, bilge bir hizmetçi olarak her daim Prens Durand'ın mutluluğuna değer vermiş, onun tebessümünü evrenin en güzel manzar...