İkinci Hayatımda Yaşayacağım!

4 0 0
                                    

Estee! Estee! Estee!

Suratına düşen acımsı su damlasıyla uyandı. Kız kardeşleri yerde yatmış bedeninin üstünde ağlıyordu ancak onun başka kardeşi yoktu ki. Çağırdıkları isim Estee de kimdi? Doğrulup ıpıslak olan elbiselerini silkeledi.

"Estee yaşıyorsun"

Yüzünde kocaman bi gülümsemeyle üstüne atlayan kızın, uzun, kızıl saçları ve altın sarısı gözleri vardı. Küçük olansa ağlamaktan şişen gözlerini ovuşturuyordu. Onunda ablası olduğunu düşündüğü kızla aynı renkte gözleri ve altın sarısı parlak saçları vardı. Gerçek dünyada görülmesi nadir özelliklerdi bunlar. Tarih kitaplarında tasvir ettikleri ortaçağ elbiseleri giymişlerdi. Gözlerini tam açtığındaysa etrafında modern olamayan; taştan, topraktan evler ve yapılar gördü. En son hatırladığı şey trajik ölümüydü...

"Eştee suya düştüğünde biy daha seni göyemeyeceğimizi sandık" 

O kadar küçüktü ki hala telaffuz sıkıntıları var gibi duruyordu. Peki nereye gelmişti, bu reankarnasyon dedikleri şey miydi? Çünkü öldüğüne emindi. Her şeyin üst üste geldiği an artık yaşamak istemediğine karar verip masasındaki antidepresanları bütün bir şekilde yuttuğunu hatırlıyordu. Yanlarına, kıyafetinden dolayı hizmetçi olduğunu tahmin ettiği çok güzel bir kadın geldi.

"Leydim! Bu haliniz ne, ne oldu?

Telaşı gözlerinden okunuyordu.

"S-sakin olun bayan ben iyiyim."

"Leydim! Kafanızı bir yere mi çarptınız? Benim Susanne."

Estee hayır anlamında kafasını iki yana salladı. Hala şoktaydı.

"S-sadece ayağım kaydı ve suya düştüm beni odama götürür müsün?" 

Küçük kızlar eteğinden tutarak peşinden gidiyorlardı. Şimdi burdan bakınca, tarih kitaplarında abartılan o köşklerin aslında hiçte abartılmadığını ve hatta az bile söylendiğini kendi gözleriyle görünce anladı. Kimseye deli olduğunu düşündürmemek ve sakince hareket edebilmek için bir şey çaktırmaması gerektiğini düşündü. Susanne Estee'yi odaya götürdüğünde ilk işi aynaya bakmak oldu. 

Aman tanrım 

Estee gördüğü manzara karşısında çok şaşırdı, hayatında görüp görebileceği en güzel kadına bakıyordu. Beline kadar uzanan altın sarısı saçları, altın rengi gözleriyle gördüğü küçük kızla fiziksel özellikleri benzerdi. Peki ama neredeydi ve bu kimin bedeniydi?

"Susanne acaba biz neredeyiz?"

"Leydim kesinlikle bir yere kafanızı çarptınız değil mi?" 

Susanne ellerini hızlı bir şekilde Estee'nin kafasının üstünde gezdirdi. Yara var mı yok mu diye kontrol ediyordu.

"H-hayır hayır ben çok iyiyim sadece unuttum işte!" 

Bu bahaneye bir aptal bile inanmazdı ancak söyleyecek başka bir şey bulamadı, cevaplamasını umdu.

"Leydim tabiki dükalıktayız Le Roux Dükalığı'ndayız. Babanız Frederic Le Roux ve sizde dükalığın biricik varisi güzeller güzeli Estee Le Roux'sunuz." 

Söylediği şeyler karşısında yaşadığı şok yüzünden gözleri kocaman açıldı. Ölmeden önce okuduğu romanın içindeki, kraliyet ailesinin bir numaralı düşmanı,  Le Roux dükalığının, genç yaşta, trajik bir biçimde, babasının elleriyle ölen, leydisi miydi yani? O kadar extra bir roldeydi ki kitapta yaşamından bahsedilmediği gibi ölümü bile bir cümleyle geçiyordu sadece. Bir şekilde ona bahşedilen ikinci şans olan bu hayatta nasıl yaşayacaktı? Bir figüran olarak ne yapabilirdi ki. Estee düşüncelerle boğuşurken kız kardeşleri olduğunu tahmin ettiği küçük kızlar birden odaya girdi.

"Estee bizimle oyna"

"Evey oyna" 

Bu sevimli şeylerle oynamamak elde değildi. Tapılası şirinlikleri sayesinde Estee'yi ele geçiridiler. Onlarla oynayıp uyuttuktan sonra bu dünya hakkında bilgi edinmesi gerekiyordu. Durumu şöyleydi;

Katrine ve Andrea'nın Ölümsüz Aşkı romanına hapsolmuştu. Katrine şifacı bir tapınakçıydı ve ilahi gücü olan, imparatorluk ailesinin bir üyesiyle evlenmesi şarttı ama ilahi güce sahip olan tek kraliyet çocuğu gerçek katil bir tiran olan veliaht prens Chane Wagner'dı. Bu kana susamış canavarın bu hayatta değer verdiği tek bir kişi bile yoktu. Katrine ikinci prens Andrea'ya aşık olup ikisi beraber kaçtıklarında Katrine'i takıntı yapan korkunç tiranın gözü döndü ve ikisini de ilahi gücü kullanarak öldürdü. İlahi gücü sayesinde her şeyi yok edebilen ve tekrar yaratabilen tanrısal bir varlıktı. Kraliyet ailesinin başka hiçbir üyesinde bu gücün olamaması ne kadar da acı... Bu tiran bu topraklara kötülükten başka bir şey getirmeyecekti.

"cık cık cık" 

Estee hikayeyi her okuduğunda Chane'i hiç sevmez hatta nefret ederdi. Onunla asla karşılaşmamayı umdu.

Kendisine gelecek olursa, şeytani dükün en büyük kızıydı ve yakın bir zamanda düke karşı geldiği için onun elleriyle öldürülecekti. Gerçekten reenkarne oldu ve olduğu kişi sadece 22 yıl yaşayabilen bir genç kızdı. Bunun olmamasını sağlamak nihai göreviydi. Yaşamak istiyordu, kendi yolunu çizmek ve bu dükalığı yönetmek. Neden öldürüleceğini bilmediğinden dükle hiç karşılaşmamayı umdu.

Düşünmekten uyuyamadığı ve gece boyu ayakta kaldığı için gözleri şişmişti.

Susanne ve diğer hizmetçiler içeri girdi. 

"Leydim bu halinize bir bakın! Dük sizi çağırıyor ve çok endişeli görünüyordu."

Tüyleri birden diken diken oldu, bu bilinmezliğin heyecanının, damarlarıyla, bütün vücudunda dolaştığını hissetti. Nasıl yüzleşmesi gerekiyordu, ne diyecekti? Ya onun kızı olmadığını anlarsa ona ne yapacaktı? Sakin kalmaya ve karşısında çok konuşmamaya karar verdi.

Hizmetçiler kırmızı  gül detaylı bir elbise giydirdiler. Bu güller gerçekti ve omzu açık elbisesinin, göğüs dekoltesinin olduğu yere, eteğinin iki tarafına ve arka tarafına yerleştirilmişti. Hareket ettikçe çıkan koku burnuna geliyor ve bir bahar şöleni gibi hissettiriyordu. Boynunda açık olan kısma genişçe bir inci kolye taktılar. Saçlarının her iki yanını örüp arkadan topuz yaptılar. Gerçekten doğaüstü bir güzelliği vardı, önceki hayatında böyle bir insan görseydi onun bir tanrıça olduğunu düşünebilirdi. 

...

Dükün odasının kapısında derin bir nefes aldı. Bacakları onu ileriye taşımak istemiyor, kapıyı açmak için ellerini hareket ettiremiyordu. Nefesini tuttu.

"Dük leydi geldi"

"Girin" 

İçeriden sert bir ses geldi. Birkaç adım attıktan sonra dükün önünde durdu, kızıl saçları ortanca  kardeşinin saçlarına benziyordu ancak hiçbirinin gözleri ondan değildi, annelerinden olabilir diye düşündü.

"Estee Le Roux biricik dükalığın sahibini selamlar. Nasılsınız babacığım?"

"Uzatma, bugün bir yetişkin olduğuna göre ilk görevini sana vereceğim ve sen de sorgusuz sualsiz yerine getireceksin ne yazık ki işe yaramaz anneniz bir erkek çocuğu doğuramadığı için sizinle işimi görmek zorundayım." 

Bu sözler kalbine hançer gibi saplanmıştı. Onun öz annesi olmasa bile nasıl ona 3 çocuk veren bir kadın hakkında böyle şeyler söyleyebilirdi ve kendi kızlarına erkek olmadıkları için işe yaramaz olduklarını nasıl söyleyebilirdi? Dük dişlerini bir köpeğin etine baktığı gibi sıkıyordu, ağzındaki tek eksik salyalardı. 

"Nasıl emrederseniz dük"

"Beni dikkatle dinle işe yaramaz! Saraya gidip şövalyelerin bölük başı Sir Pottier'e keklik kümeste diyeceksin, anladın mı beni! Düzgün yapamazsan kendini ölmüş bil."

Ne istediğini anlamasada yaşamak için kabul etmek zorundaydı. 




Selam aşkolar seriyi sever misiniz bilmiyorum ama yapmaktaki öncelikli hedefim bu tür hikayeleri aşırı derecede çok okumam ve sevmem. 

İKİNCİ HAYATIMDA YAŞAYACAĞIMWhere stories live. Discover now