Bölüm 1: Devlet Meselesi

13 2 0
                                    


"Devlet Meselesi"

Hasodabaşım Mehmet'in getirdiği ulağı elime alıp okumaya başladım, validemden gelmişti mektup.

Hünkar babamın hastalığının ilerlediğini, artık yataklara düştüğünü yazmıştı. Sanacağımı bırakıp payitahta dönemezdim, elim kolum bağlı böylece oturmak zorundaydım. Lakin uzun zamandır kafamı meşgul eden bir konu vardı: Prenses Maira.

Kendisi Rum diyarının eski prensesiydi. Birkaç kez kendisini sarayımda ağırlamış, devlet ilişkileri hakkında konuşmuştuk. O birkaç kez bu buluşmamıza rağmen onu aklımdan çıkarabilmiş değildim. Muhteşem renkli gözlerinden çıkan o ateş benim tenimi yakıp geçiyordu sanki, gülüşü kalbimin en derin noktalarına bir şiir gibi ilmek ilmek işlenmişti. Hünkar babama bu sevdadan azda olsa bahsedebilmiştim, kendisinin rızasını da alarak Prenses Maira ile nikahlanmak istemiştim. Lakin babamın hastalığı baş gösterdiği için bundan vazgeçmek durumunda kalmıştım.

Hatta bizzat Maira'ya kendi hislerimden bahsetmiştim lakin bunun olmayacağını bana uygun bir dille anlatmıştı. Aslında bir kısımda haklıydı, o hristiyan bir prensesti ben ise Osmanlı Devleti'nin Veliath Şehzade'siydim. Haremimde onlarca hatun vardı, onlarda ise tek eşlilik vardı. Maira'nın bu durumu kabullenmemesi tahmin edilebilirdi.

Ama benim tek nikah kıymak istediğim hatun kendisiydi. Onun gönlünde yer edinebilmeyi çok isterdim, onun benim yanımda olmasını her şeyden çok isterdim. Derin bir nefes vererek kendi daireme kapandım yine.

.......

Payitahttan gelen ulak üzerine İstanbul'a doğru yola koyulmuştum. Validem derhal buraya gelmemi söylemişti, şimdi ise İstanbul'un eşsiz manzarasından boğazı seyrediyordum. Buraya geleli iki gün olmuştu, hünkarımın uyanmasını bekliyordum beni buraya neden çağırdığını öğrenmek için.

''Şehzade Murat Hazretleri, Menekşe Sultan sizi has odada bekliyorlar.'' Kapıkulu ağasının çağrısı üzerine hasodaya geldim. İçeriye geldiğimde Validem Menekşe Sultan, kardeşlerim Ayşe ve Hümaşah Sultan'da dairedelerdi. Ve babam Sultan Mustafa Han nihayet uyanmıştı.

Gidip hemen elini öptüm. ''Hünkar babam, nihayet sizi bir kez daha gördüm şu Cihan gözüyle.''

Yattığı yerden dudaklarını aralayıp yorgun argın konuştu. ''Benim Velihaht oğlum, hoşgelmişsin... Sana sorunsuz bir devlet bırakmak istedim.''

''O nasıl laftır öyle hünkarım, Allah sizi başımızdan eksik etmesin.'' Hafifçe kafasını salladı, hafif çapaklanmış gözpınarıyla bana bakıyordu.

''Benim adıma bir ferman yazacaksın!'' Dedi hafif yüksek sesiyle. Kafamı salladım sessizce...

Hünkar babamın ağzıyla söylediği ve benim kendi ellerimle yazdığım bu iki fermana babamın serçe parmağında ki mührünü bastım. Ulaklardan birini Rum Krallığı'na gönderdim diğerini ise Kırım Hanlığı'na göndermiştim.

Babamın verdiği bu kararı aslında bekliyordum, hem devlet-i aliyyenin istikbalini düşünmüştü.

İki üç hafta sonra Rum Krallığından iki araba geldi Payitahtta. Kral Georgios ve kızı Prenses Maira babamın emri ile buraya gelmişlerdi.

Rum Krallığının başı birkaç yıldır Lehistan ile dertteydi, ve hünkar babamın ulakta yazdığı üzere eğer kızı prenses Maria benimle evlenirse Rum Krallığını bu beladan kurtaracaktı. Her ne kadar devlet için bir evlilik gibi gözükse de babamın bunu ben istediğim için de yaptığını çok iyi biliyordum.

Devr-i SaltanatDonde viven las historias. Descúbrelo ahora