''Şiirler klasiktir. Benim şiirlerimi klasik olacak kadar göremedi gözler ve birer azize olarak kaybolacaklar bu yeryüzünden.''
O gece yıldızlara fısıldadı rüzgâr
Aciz bedenimden bitaptı ruhum
Kaç kurşun aktı başımdan aşağı bilemem
Kaç izmarit filizlendi onun dudaklarında
Benim aciz boynum ona hep kıldan inceydi
Karanlık koridordan gelen fısıltılar
Parmaklıklar ardında kalan izmarit kokusu
Sırtım yaslı soğuk duvara fısıldadım ben
O gece dudaklarımdan uçtu ağıtlar gitme diye
Bu gece yıldızlardan kaçtı rüzgâr
Emanet ettiği kelimeler dönüp gelmesin diye
Ben on yediydim
Ve ben on yediyi hiç sevemedim.
-İto Junpei (Kim Jeongguk) 1944
Soğuk betona yaslı bedenim, kendi kanımla boğuşan bedenim... Kederli bakışlarım beton yığınını delip geçebilecekmiş gibi takılı kalmıştı dökülen tavana. Belki de biraz daha dikkatli baksaydım ulaşabilecektim yıldızlara. Üzerimde numaralandırılmış eski bir mahkûm üniforması ile rengini kaybetmiş bedenim içinde kayıptı. Sol tarafımda sevdiğimin dudakları yerine yazılı birkaç sayı vardı "1744."
Mezarım olacak olan bu betondan tabutun her köşesini tekerrür ettim. Kulaklarım alışık olduğum o ağır botların sesini beklerken sindim yerime, betondan döşeğime. Annemin kokusu belledim rutubeti, babamın şiir okuyan sesi diye hayal ettim parmaklıkların ardında kalan haykırışları, ağabeyimin oyunları sandım vücuduma inen her bir sopayı.
Ben çocukluğumun borcu sandım yaşadıklarımı, ben gülerken acı çeken çocuklara olan borcum sandım. Ama bir haberdim aslında bana borçlu olunanlardan, elimden alınan yaşımdan.
Öyle bir döneme denk geldik ki lanet edecek cesaretim dahi yoktu. Bu dünyaya doğduğum için utandım. Ben yaşadığım dönemden utandım, yaşamaktan utandım.
Güney Kore 1943
Bizler ile birlikte doğan bir düşmanlık vardı. Soyumuz gibi etten, kemikten olanlar bizlere düşman kesilmişti. Yediğimiz yemekler fazlaydı onların gözünde, aç kalmaya mahkûmduk. Verilen nimetleri hak etmeyen kirli kanlar olmaya mahkûmduk. İçtiğimiz su onlar için zehirdi. Bizim içtiğimiz sulardan içmezlerdi ya da bizler onların yediklerinin yanından dahi geçemezdik. Hatırladıkça burkulur yüreğim, annemin eteğine asılıp bir parça ekmek için ağladığım vakitleri.
Göz göze gelemezdik yeşil üniformalı tanrılarla.
Evet, tanrılar.
Onların adım sesleri onlardan önce gelirdi. O kadar heybetlilerdi ki yer sarsılırdı. Bir yağmur öncesi gelen gök gürültüsü gibi haber salarlardı, "eğin başınızı, diz çökün."
YOU ARE READING
Aydınlığa Methiyeler - Taekook
FanfictionHaramın ne olduğu bilinmeyen, dünya denilen beyaz sofraya konulmuş bir kadeh şarap gibiydi insanoğlu. Tanrı'nın sakarlığı tutmuş da eli çarpmış sanki. Beyaz topraklara dökülen her bir damla kan gibi kırmızı, izi çıkmamış. On yedi yaşımda ise gocunma...