Şans, Rastlantı ve KADER

272 7 8
                                    


                         Herkese merhaba!!!!
                Bol yıldızlarla keyifle okumalar.
                Yorumlarda buluşmak dileğiyle 🥀



                 Yorumlarda buluşmak dileğiyle 🥀

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Ben seni kötüleyemem hiç.
Çiçekli bir yol vardı yürüdüm derim.
Ayaklarıma dikenler battı
ama her ormanda böyle şeyler olur derim..
                                              Cahit Zarifoğlu

                                      🥀

  Elinde fotoğraf salına salına parka ait olan bankta tek başına oturan Kurt'a ilerliyordu. Derin düşüncelere dalmış olan Kurt, paytak adım seslerini duymuyordu. Gül bir Kurt'a bir elindeki fotoğrafa bakıyordu. Abisinden Kurt'u çektiği fotoğrafı bastırmasını istemişti. Hayır, yakarmıştı. Elindeki fotoğrafa memnuniyet dolu bir bakış atarak, onu fark etmeyen Kurt'un yanı başına sokuldu. Kurt daldığı kuyudan çıktı, Gül tebessüm etmeye devam etti.

"Hayırdır, çiçeklerin kraliçesi... Sabah sabah, ne bu neşe?" dediğinde bir an kaşlarını çattı. Gözleri Gül'ün arkasına sakladığı ellerindeydi. Kısa bir iç geçirdi.

Bir nefes alımı kadar bekleyerek, "Seni gördüm... Yetmez mi?" diyerek devam etti otuz iki diş göstererek sırıtmaya. Mutluydu, çekinmiyordu da bunu yansıtmaktan. Belki de çekinmediği tek kişiydi, Kurt...

"Hadi yaa... Bak sen şu işe?" diyerek yarım ağız bir gülüşle, kaşlarını gevşetti. " bunu niye yaptığını biliyorum!" dedi, itiraf edercesine. Neşeli nidasında, meraka rastladı.

Meraklı kehribarların hapsolduğu yeşillere karşı, "Niye kine?" dedi tek kaşını kaldırmaya çalışarak. Başını usulca sola eğmiş, kaşları ile uğraşmaya çalışıyordu. Başaramayışına iç çekerek, bakışlarını önüne çevirdi.

Tek kaşını tek celse de kaldırdı, Gül'e nispet yapar gibi. "Daha kötü seçeneklere, ikna etmek için..." diyerek, aklına düğün günü Gül'ü iteleyen çocukların ailesini bularak, arabaların tekerlerini patlatmaları gelmişti. Fikir kendinden çıksa da Gül'ün sorgulamadan onaylaması, ona güvenmesi bir abi gibi hissettiriyordu.

"Hah!" dedi keyifsiz bir ifadeyle. Kaşları moralini bozmuştu. Sessizliğini inceleyen Kurt'a, "İkna etmek istediğim sen misin kine?" dedi. Sözlerini ilgiyle dinleyen Kurt, güçlükle soludu. Nasıl yani başkaları da mı vardı, dercesine sorguluyordu kendini.

"Benden iyi seçenek mi var?" dediğinde yüzünü buruşturan Gül'e, "Var mı, Gül?" diye masum, saf bir ifadeyle yakınmıştı aslında. Ya varsa? Unutur muydu kendisini? Gül, birisine sevgi nasıl gösterilir, ona öğretiyordu. Yol gösterendi, Gül. Sevgiyi belki de nefreti bile o öğretecekti, Kurt'a.

Göz süzerek, "Olsun mu kine, bilemedim biliyor musun?" dediğinde tatlı bir kahkaha koptu dudakları arasından. Eğleniyordu, Kurt'un kızgın haliyle. Hoşuna gidiyordu, kendine sinirlenmesi sonrasında bir şey diyememesi.

You'll also like

          

Biraz bekledi, düşündü. Huzursuz bir tavırla, "Ben senin için neyim, Gül?"

Dudak bükerek, boynunu sol eğdi usulca. "Yarasının sarılmasını bekleyen Kurt..."dedi tereddüt etmeden. " ama aynı zamanda hayattaki tek şansımsın." Diye ekledi, zarif bir sesle.

Bir kız kardeş gibi, önce sebepsizce saçma cümleler kuruyor ardından tek bir kelimeyle sizi sevmekten vazgeçmeyeceğini dile getiriyordu.

Suratına çocuksu bir sırıtış ekleyerek, "Şans... Ve ben?" dedi burnunu kırıştırarak. 

Kaşlarını çatarak, "Evet, şans ve sen!" dedi ateş saçan gözlerinden kaçırdığı yeşiller ile temas kurmaya çalışarak. " Senin odaklanman gereken şans değil! Yaranı sarmamış olman." Diye isyan etti, sert bir tonda.

Yaşadığı duygunun bir tarifi yoktu ama kanıtı yanı başındaydı. "Seni görünce yaram sarılmıştı benim." Dedi sekteye dahi uğramadı, ifadesi. Yan yan Gül'e bakmaya devam etti.

"Hah... Yalancı!" dedi gözlerini belerterek.

Ayağa kalkarak savsak adımlar ile Gül'ün ayakucuna oturdu. "Onu bunu boş ver de nasıl şans olmuşum ben sana, anlatsana biraz..." tembelce yukarı kıvrıldı dudakları.

Tepelerinde yükselen sabah güneşi ile ikisi de gözlerini kısmıştı.  Derin bir solukla, bakışlarını Kurt'tan alarak gökyüzüne dikti.

Kurt'a çevrilen kehribar gözleri, güneşin altında altın gibi parlıyordu. Yutkunarak, "Onu bunu mu, yara bu yara. Boş veremezsin, acır." İçindeki çığlık atma dürtüsünü, bastırmaya çalışıyordu. Ne diye önceliği yara alan bedeni değildi? 

"Burada doktor mu bulayım Gül?" diye isyan ederek.

Dişlerinin arasından sinirle bir nefes aldı. "Geçen ki teyzeye gidelim, bak bana elimde yara yok!" demesine rağmen avuç içini açmadı. Tenine geçirdiği tırnaklarının izi hala avuç içindeydi. Yarasını saklamak, zaten yaralı olan birine bela olmak istemedi.

"Olmaz!" dedi, aniden. Yanakları kızarmış, başını öne doğru hafifçe eğmişti.

Gül, gülmemeye gayret ederek, "sen utanıyor musun, tıpta ayıp olmaz kine akıllım." Dediğinde kısık bir kahkaha koptu, dudağından.

"Ne alakası var!" diye çıkıştığında, Gül, sol elinden tutarak sürüklemeye başladı. Elindeki fotoğrafı göbeğini çekerek, çekiştirdiği bedenin görüş açısına girmemesine özen gösteriyordu.

İç geçirerek, "Gül... Ben kendi yaramı kendim sarabilirim, babamdan öğrendim. Yaraların nasıl sarılacağını..."

Babaların yolları, ıstıraptı. Daima çocuklarını yetişkin olarak görürler, ona göre terbiye vermeye çalışırlardı. Buna rağmen çocuklar için daimi kahraman olan babalardı.

"Bende babamdan öğrendim." Dediğinde gözlerinde beliren hüznüne, " Yapmamam gereken her şeyi..." diyerek eklediğinde sesi cılız ve kısıktı. Duymadı, sürüklediği beden. İçinde kalmalıydı acısı, babasından öğrendiği ama uygulayınca canın yakan bir şeydi acıyı içine atmak.

Adımları duraksadı. Önünde durdukları ev, Orgeneral Muharrem Kılıç'a aitti. Kurt'un elini bırakarak, zile basmak için parmak uçlarında yükseldi. Minik beden. Zile basamadan, elbisesinden çekilmesiyle, gözlerini devirdi.

"Olmaz, Gül. Adam yaram olduğunu düşünürse, asker olamazsın der bana. Düş önüme!" dedi Gül'ün çiçekli elbisesinden tutarak. Aniden açılan kapıyla, açılan ağzını geri kapadı Gül.

PİNHANWhere stories live. Discover now