1. BÖLÜM: ŞARKIMIZI DUYANA DEK BEKLE

2 1 0
                                    

*Dancing With Your Ghost – Sasha Alex Sloan*

Rüyalar bazen sığınağınız olabilir ama çoğu zaman size ihanet ederler. Özellikle Aliento'daysanız. Burada rüya görmek işkencedir. Rüya Avcıları, rüyalarınızı yaratır, zihninizle oynar, kâbuslarınıza şekil verir. Nerede olduğunuzu bilmeseler bile yapabilirler bunu. Hem de hiç zorlanmadan. Ve işin en kötüsü, onları engellemek neredeyse imkânsızdır. Onlar olmadan rüya görmek ise mucize niteliğindedir.

Rüyamda sürekli Laurel ile göz göze geliyordum. Orada olmamızı bilmeleri gibi bir ihtimal söz konusu dahi olamazken tüm olanları en ince ayrıntısına kadar görüyordum gözlerim kapalı, derin bir uykunun eşiğindeyken. Ve kan, rüyamdaki en belirgin şeydi. Rüya görmemiz yalnızca Rüya Avcılarının yönetmesiyle mümkün olduğu için korkuyordum. Mucizelere inanmayı ise seneler önce bırakmıştım.

Neden korkuyorsun Milan?

Suçlanmaktan.

Evet, ben yapmıştım ve pişman değildim ancak Alientolular bunu öğrenirse itibarımı yok ederlerdi. Alientolular arasında bir hiç olurdum. Laurel Swan bir Kurucuydu ve onu öldürmüş olmam burada yaşayanlar tarafından hoş karşılanmazdı. Bunu kaldıramazdım. Şimdiye kadar hep el üstünde tutulan biri olarak bir hiç olmayı kendime yediremezdim. Nefes nefese gözlerimi açtım. Beni korkutmalarına izin vermemeliydim. Bu, onlara göre bir zayıflık göstergesi olurdu. Ve ben, zayıf değildim. Kalbimin attığı o minicik anlardan birinde bile 'zayıf' olarak nitelendirilen o kişi olmamıştım. Her zaman güçlü olandım ben. Ancak her güç, bireyin kendi içinde bir zayıflığa yol açardı. Söylesene Milan, bu bedenin arkasına sakladığın ruhun gerçekten de güçlü mü?

Yatağımın hemen yanında duran komodinin üzerinden annemin bana bıraktığı rüya taşını aldım ve uykuma devam ettim. Buna uyumak denilirse... Rüyalar görmeye devam edecektim fakat bu taş sayesinde rüyaların eskisi kadar bir etkisi olmayacaktı üzerimde. Tek güvencem olan bu taş, Ay parçalarından yapılmış, büyüyle kutsanmıştı.

Sabaha kadar beklemediğim kadar temiz, deliksiz bir uyku çekmiştim. Taşın etkisi büyük olmalıydı. Sirius'un -gezegenimizi aydınlatan yıldızın- doğmasıyla gözlerimi yeni bir güne açtım. Odamdan çıkıp kahvaltı yapmak için mutfağa gitmeden önce her sabah yaptığım gibi içinde annem ve babamın eski bir fotoğrafı olan çerçeveyi elime aldım. Onların fotoğraflarını her gördüğümde gözlerim doluyordu. Bu anlarda gözlerimi, taşmak üzere olan bir okyanusa benzetiyordum. Annem ve babam beni bırakıp gitmişti. Ailesi tarafından terk edilen öksüz ve yetim biriydim anlayacağınız. Gezegenimizi bırakıp başka bir sistemde, başka bir gezegene yerleşmişlerdi. Nerede olduklarına dair bildiğim tek şey buydu. Ve ben burada kalmaya mecbur bırakılmıştım. Her sene geleceklerini söylemiş olsalar da aradan geçen yirmi bir yılın ardından beni unutmuşlardı, sanırım. Kalbimde bir sızı, içimde bir burukluk vardı. Yirmi bir yıldır süren bir yas kaplamıştı her yanımı. Hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam etmek çok zordu. Güçsüzlüğümü düşmana gösteremezdim, dostum olan kimse de yoktu. O yüzden 'ailesini önemsemeyen ve vurdumduymaz bir evlat' rolünü oynuyordum. Yalan söylemek konusunda iyiydim. Doğrulara sarılsanız sizi burada yaşatmazlardı. Herkes, kendisini tatmin eden yalanların kölesi olmuştu.

Burada herkes haindir, bencildir. Kimseye güvenmemek gerekir. Aliento'da hayat zordur. Özellikle de yalnızsanız.

Aniden kulaklarımda yankılanan sesle irkildim. Burada canlıların zihnine fısıldayarak iletişim kurardınız. Zihnime fısıldayan -fısıldama konusunda emin değildim çünkü avazı çıktığı kadar bağırıyordu- William Ivanov'du.

ALIENTOWhere stories live. Discover now