Yine sabah annemin kadife sesi,esen hafif rüzgar,odama dolan gün ışığı yataktan sırıtarak kalkmama yardımcı oluyor sonra senaryo yine aynı. Kaza anına dönüyoruz yine bu defa konuşabiliyorum tek diyebildiğim "Anne beni bırakma! Ne olursun beni yalnız bırakma!" bağırıyorum uzunca bir süre arabanın altında can çekişen annemin bana son kez gülümsemesini görüyorum ve son sözü çıkıyor dudaklarının arasından "Seni çok seviyorum kızım." O ağır ağır gözlerini yumarken ben üstüme devrilmiş arabaya inat oradan çıkıp annemi kurtarabileceğime inanarak bağırıyorum, çıkmaya çalışıyorum. Bağırışlarım , çırpınışlarım bir fayda vermiyor....
....
Yine nefes nefese, terler içinde uyandım bir cumartesi sabahına daha. Bir Cumartesi sabahı için pek iyi bir başlangıç sayılmaz açıkçası, ancak alıştığım için artık sadece kabustayken bağıramadığım için sıktığım dişlerimin acısı kalıyor bana.
Kendime gelip hava almak için mutfağın balkonunun kapısını açtığımda gökyüzündeki aldatıcı güneşin farkına vardım. Bu soğuğa üstümdeki bu pijamalarla daha fazla katlanamayacağımı bildiğim için iyice oksijeni içime doldurup içeri geçtim.
Kahvaltı etmenin pek huyum olduğunu söyleyemem ancak bu sabah karnım acıktığını fazlaca hissettirdiği için kahvaltı etme kararı aldım. Dolabın kapağını açtığımda varlığından bile habersiz olduğum bir çok yiyecekle karşılaştım. Cici babam sağ olsun hep beni düşünür kendisi zaten(!)
Derme çatma kahvaltımı bitirdikten sonra üstüme bir şeyler geçirip bu cumartesi gününü annem ve babamla geçirme kararı alıp evden çıktım.
Kabristana giderken iki demet lavanta almayı da unutmadım. Annemin en sevdiği çiçekti zaten lavanta. Annem ve babam öldüğü zaman küçük yaşta olmama rağmen her huylarını sanki beynime kazımışım gibi unutmamışım.
Çiçekleri mezarların üstüne bıraktıktan sonra mezar taşının üstündeki fotoğrafların toz tuttuğunu görüp onları bu kadar uzun süredir ihmal ettiğim düşüncesinin verdiği suçluluk duygusu ile fotoğrafların üstünü temizledim. Annemle babam her ne kadar beni cennetten görüyor olsa da ben onlara yaşadıklarımı anlatmayı asla ihmal etmezdim. Ve yine anlatmaya başladım. Bu haftalarda rutinimin biraz bozulduğunu ben de farkındaydım ancak anlatmayı bitirdiğimde saatin 14.30 olacağını aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Onlara veda ettikten sonra cebimden telefonumu çıkarıp arayan soran var mı diye baktım.
Genel olarak dışarıya karşı soğuk ve mesafeliydim. Pek samimi bir görüntü çizmediğimin de farkındaydım. Kendi buzdan kalelerimi yıkabildiğim nadir insanlar vardı zaten hayatımda. O yüzden arkadaş çevrem ve aldığım mesaj sayısı buna doğru orantılı olarak en az seviyede oluyordu.
Telefona gelen mesajı okumak için 'gelen kutusu' bölümüne girip mesajı açtım. Mesaj Selin'den geliyordu, geçen gün yapamadığımız teşekkür amaçlı yemeği telafi etmek için bir şeyler yapıp yapamayacağımızı soruyordu. Günün geri kalanında bir planım olmadığı için Selin'in teklifini kabul edip hangi mekanda görüşeceğimizi sordum.
....
Selin'in söylediği mekanın kapısına geldiğimde adresten emin olmak için telefonumu çıkarıp Selin'in attığı mesajı kontrol ettikten sonra omuzlarımı dikleştirip insanın içini üşütmeye yetecek bakışımı takınarak mekandan içeri gireceğim anda aklımda birden beliren bir fikirle Ege'nin gözlüğünü çantamdan çıkarıp dikkatli bir biçimde saplarını kulağımın arkasına yerleştirdim. Belki ciddi tavrıma biraz çocukluk katıyor olabilirdi ancak O'nun herhangi bir eşyasının üzerimde bulunduğunu düşüncesi bile yüzüme bir gülüş yerleştirmeme yeterli olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Haziran Sabahı
RomanceZıt kutuplar birbirini çeker derler ya hep, işte bizim hikayemiz de tam olarak bu. Birbirlerine tam olarak zıt görünen ancak ruhları birbirinin birer parçası olan kişilerimizin hikayesi bu. 11.sınıfa geçen sıra arkadaşı iki amatör bayan yazar tarafı...