You Haven't Seen My Man

2 1 8
                                    

Elbette herkes ona bakacaktı.

Bunca adam, sahnenin tam karşısındaki masada oturan Changkyun'a bakıyordu. Onun geçenki üç randevuyu bir anda alan Bay Im olduğunu bilmeyen kalmış mıydı? Kendinden emin bakışları ile sahnedeki bedenini süzüyordu karanlıkta olsa bile.

Hafifçe başını çevirdi Kihyun. Enstrümanlarını ayarlayan müzisyenlere baktı.

Hepsi sahnedeki ışıltılı haline gülümsüyordu.

Derin bir nefes aldı mikrofonun standını nazikçe kavrarken. Ses sisteminden gelen hafif sesi duyduğunda gergince masalara dizilen müşterilere baktı. Her geçen gün sayıları artıyordu. Özellikle patronu Bay Ivan geldiğinde, beraberinde arkadaşlarıyla gelirdi. Kalabalıklardı. Ancak hepsi dağılmıştı etrafa. Büyük bir çoğunluğu barda oturmuş içki siparişi veriyordu. Kalan birkaçı içinde Rain'inde olduğu fahişelerle konuşuyordu.

Bay Ivan, onu fark ettiğinde çoktan oturmuştu Changkyun'un yanına. Bunu neden yaptığını tahmin etmesi zor değildi. Resepsiyonistin parmakla işaret ettiği tek adamdı Changkyun. Parası çoktu. Onu harcarken çekinmiyordu. Patronu böyle adamlarla arasını yakın tutardı.

Koyu gözleri birkaç saniyeliğine cebinden çıkardığı sigara kutusunda dolaştı. İçinden bir dal aldıktan sonra kendisini zevkle öpen dudaklarının arasına yerleştirdi. Ardından umursuyormuş gibi kutuyu yanında oturan Ivan'a uzattı.

Müzisyenler şarkının ritmine yavaşça girdiğinde mikrofonu biraz daha kendine çekti Kihyun.

Spot ışığı üzerine yansıdığında, gözleri hala Changkyun'daydı.

Derin ve pürüzsüz sesi, havada yankılanan melodinin içine karıştı acele etmeden.

"Being a mistress on the side. Ah, yeah-ah.."

Changkyun, yanındaki Ivan'ın söylediklerini yarım kulak dinlerken içkisinden küçük bir yudum aldı. Solgun bar ışıkları yüz hatlarını belirginleştiriyordu. Sivri çene hattı, yüksek elmacık kemikleri, ince ama keskin kaşları... Tüm bunlar, loş ışıkta adeta bir tablo gibi görünmesini sağlıyordu.

Deri eldivenin kavradığı kadeh dudaklarından uzaklaştığında, titrek bakışlarıyla süzdü onu Kihyun.

Dudakları, koyu renk içkinin ıslattığı hafif parlaklıktaydı. Kenarında her zamanki nazik kıvrımı vardı ama bu defa bir gölge gibi duruyordu yüzünde. O ifadenin ardında, sadece kendisinin anlayabileceği farklı bir şey saklıydı.

"It might not appeal to fools like you."

Kadehi masaya bıraktı. Cam, ahşap yüzeyle buluştuğunda çıkan tok ses bile içini titretiyordu. Sigarasını parmakları arasında çevirerek gözlerini hafifçe kıstı. Sanki sözleri üzerine düşünüyormuş gibi...

"Creeping around on the side.. Might not be something you would do, ah ah.."

Ivan bir şeyler anlatıyordu hala. Changkyun başını hafifçe adama çevirdi ama dikkatini veriyor gibi değildi. Bunu görememek ne mümkündü? Onun tek ilgilendiği şey, kendisiydi.

Ve sonra... Göz göze geldiler.

Kihyun'un kalbi bir anlığına sekteye uğradı ama sesi titremedi ilerleyen melodiyle.

"But you haven't seen my man." Changkyun'un dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. O kadar hafifti ki, neredeyse fark edilmezdi. Ama Kihyun fark etti. Gururla devam etti sözlere onun bu çekici duruşu karşısında. "You haven't seen my man. You haven't seen him."

İçinde bir yerler ürperdi.

Ama bakışlarını kaçırmadı.

Şarkıya devam etti bedeni mikrofon standı arkasında ritimle sallanırken.

You'll also like

          

"He's got the fire and he walks with it."

Sadece Changkyun'un değil, herkesin dikkatini üzerine çekmişti ama onun gözleri, sadece tek bir kişiye kilitlenmişti.

"He's got the fire and he talks with it."

Parmakları, mikrofon standının soğuk metalinde nazikçe gezindi. Zarif hareketleri, şarkının akışıyla uyum içindeydi, çekici ve kusursuz. Changkyun'un ona baktığını biliyordu. Hissediyordu.

Onun keskin çenesi, dimdik duruşu, gevşekçe geriye yaslanmış hali... İçkinin kırmızıya çalan rengi bardağının camında parıldıyordu. Gözlerini yarı kısarak onu izliyordu, tehlikeli bir şekilde ilgisini belli etmekten çekinmeyen biri gibi.

"His Bonnie on the side, Bonnie on the side. Makes me a sad, sad boy."

Gözlerini yavaşça kapattı Kihyun. Bir anlığına sadece müziği duydu. Yaylıların derinden gelen sesi, piyanonun usulca dökülen notaları... Vücudu, ritmin içinde hafifçe salındı.

Changkyun'un gülümsediğini hissetti.

Ve o an, parmakları mikrofon standının metalinde kıvrılırken, içinde bir şey kıpırdadı.

"His money on the side, money on the side. Makes me a sad, sad boy."

Changkyun elindeki sigarayı dudaklarına götürdü. Gözleri Kihyun'dan bir an olsun ayrılmamıştı. Sanki şarkıdaki her kelimeyi ezbere biliyor, her notanın ona ne anlatmak istediğini anlıyordu.

"I'm a sad boy, I'm a sad boy, I'm a bad boy.."

Son sözü söylerken, başını hafifçe yana eğip gözlerini araladı Kihyun.

Ve Changkyun'un ona nasıl baktığını gördü.

(...)

"Yorucu bir akşamdı." Dedi Ivan. "Ama onunla tanışacağımı bilseydim.." Hafif jazz ritmi sahnede yankılanırken Changkyun gözlerini hala konuşan adama dikti. "Kihyun gerçek bir cevher." Sigarasından uzun bir nefes çekti. Sonra eskiler onu çok duygulandırmış gibi boşluğa üfledi dumanı. "Onunla ilk defa yattığımda herkesin bu zevki yaşaması gerektiğini düşündüm."

"..."

"Genelevi ve beni bataklıktan çıkaran onun bedeniydi." Sırıtarak döndü. Sanki eski bir dostuyla konuşuyormuş gibi rahattı. Etraftaki birçok adam zaten kendisine bakıyordu. Birde mekanın sahibi yanına oturunca, göze çarpmamak imkansız hale geliyordu. "Beni öylesine zengin ediyor ki, ona bu sahneyi hediye ettim iki yıl önce."

"İlginç birisiniz." İzmariti küllüğe bastırdıktan sonra dirseklerini kendi bacaklarına yasladı. "Çoğu insan bulduğu cevheri kendine saklamak ister, diğerleriyle paylaşmak değil."

"Ah ama daha zengin olacaksam Kihyun'u feda etmenin hiçbir önemi yok. Sonuçta sonsuza dek genç ve güzel kalamaz. Fırsatı varken çalışıp bana para kazandırmalı Bay Changkyun."

Gergin bir nefes çıktı dudakları arasından. Bu iğrenç sohbete katlanamıyordu. Gözleri az önce sahnede kendisi için o sözleri söyleyen güzel yüzü arıyordu.

Kihyun'un gelişini gördüğünde hafifçe gülümsedi. Gözlerinde her zamanki gibi o ağır, okyanus gibi derin bakış vardı, Kihyun'u içine çekip yutmaya hazır gibiydi. Ama küçüğün yüzündeki gerginliği görünce, bir anlığına kaşları belli belirsiz çatıldı.

Önüne geldiğinde, ellerini birleştirdi önünde. Sesi ölçülü ve nazikti.

"Umarım sahnemi beğenmişsinizdir, efendim."

Brooklyn Baby Where stories live. Discover now