19

667 35 0
                                    

Anneme ve teyzeme sınıfça bir grup olarak tatile çıkacağımızı söyledik. Bu kadar çabuk olmasına şaşırdılar ama kabul ettiler. Pınar valizini hazırlayıp bize geldi. Barış iyi olduğunu ve bizimle gelmek istediğini söylemiş. Hep birlikte!

Eve gider gitmez valizimi hazırladım. Yiğit oranın soğuk ve kalacağımız otelde kapalı havuzun olduğunu söyledi. Ona göre kıyafetler yerleştirdim. Yanıma bakım ürünlerimi şampuanımı ve kitaplarımıda almayı ihmal etmedim.

Tüm gece ise tatilimiz hakkında planlar kurmuştuk. Sabah erken uyanıp Pınarı uyandırdım. Sonra duş aldım ve dar paça siyah pantolonumla su yeşili kareli gömleğimi siyah trikomu giyindim. Beremi atkımı ve eldivenlerimi sırt çantama attım. Yolda yemek için kurabiye olan kutuyuda çantama attıktan sonra eşyaları kapının önüne koyup Pınara seslendim. O da koşturarak merdivenlerden indi.

Yiğit siyah bir jiple geldi. Şöfor inip eşyaları bagaja yerleştirince şaşırdım ama ona pek takılmayarak anneme ve vedalaştık. Ben arka koltuğa binerken Yiğit annemle konuştu sonra ön koltuğa bindi. Pınar ortada ben ve Barış  cam kenarındaydık.

"Arkadaşlar önce kahvaltı yapacağız. Biz kahvaltı yaparken değerli şöforümüz Tarık internetten uçak biletlerimizi alacak. Tüm kontrol bende. Hepimizin devamsızlıkları halledildi. Bir haftalık iznimiz var. Dersler içinde ek ders açılacak. Tatilimizin keyfini çıkarmaya bakın."

Kahvaltı yaparken Yiğit kimliklerimizi istedi. Tarık işlemleri hallettikten sonra kimliklerimizi geri verdi. Yiğit konuşurken dudağının kenarındaki şeyi silmek için uzandığımda taze bir yara olduğunu farkettim ve ne olduğunu sordum.

"Ne ne?"

"Dudağının kenarındaki?"

"Hâ o mu? Ufak bir kaza."

"Ne kazası?"

"Önemli bir şey değil. Fazla vaktimiz yok. En fazla on beş dakika içinde buradan ayrılmalıyız."

Konuyu kendince kapattı. Bende söylemiyorsa vardır bir bildiği diyerek üstelemedim.

Havaalanında bir saat kadar bekledik. Uçağa bindiğimizde telefonları kapatın uyarısında telefonumu unuttuğumu farkettim. Annem beni merak etmesin diye Yiğitin telefonundan arayıp çabucak konuştum. Sonrada telefonunu uçak moduna aldım. Kilit ekranında dans ederken çekilen fotoğrafımız vardı. Benim telefonumun kilit ekranıda böyle!

"Bitti mi işin?" diye sorunca "Bitti." deyip telefonu uzattım.

"Fotoğraf çekilelim mi?"

"Olur."

İkimiz bir kaç selfie çekildikten sonra Barışla Pınarda yanımıza geldi ve onlarla birliktede çekildik.

Uçağın bu bölümünde bizden başka sadece bir bayan vardı. O da bizim önümüzde oturuyordu. O yüzden Yiğitin dizine uzanıp uyumaya çalıştım. Tam dalmıştım ki birden uçak sallanmaya başladı. Korkuyla doğrularak kemerimi bağlayıp gözlerimi kapattım ve başımı Yiğitin omzuna gömüp koluna sarıldım. Sanki deprem oluyordu.

Bir süre sonra normale dönünce hiçbir tepki vermeyen Yiğite baktım. Uyuyordu! Ben burada korkudan kaskatı kesileyim arkadaş uyusun!

Omzundan dürtüp uyandırınca "Geldik mi?" diye sordu.

"Hıhı geldik!" deyip ters bir bakış attım ve kollarımı göğsümde kavuşturdum.

"Ne oldu ya?"

"Az önce uçak tribülansa girdi. Ben korkudan öteki tarafı boylayacaktım!"

"Kızım uyuyordum! Nasıl farkedebilirim?"

          

"Ama şimdi biliyorsun!"

"Oy oy koykmuş mu benim Meleğim! Kıyamam ben şana? Agu bucu cucu!" deyip burnuma dokundu. Dil çıkarıp açtığı kolun altına girdim.

***

Uçaktan iner inmez montumu giyindim. Yiğit boynundaki gri kaşkolu çıkarıp benim boynuma doladı.

"Benim vardı."

"Bir tane daha olsun ne olacak."

Arabaya bindiğimizde Yiğitten rica edip annemi aradım. Hep ormanlık alanların arasından geçip yine ağaçların arasında doğayla iç bir otele vardık. Dış mimarisi kadar iç mimarisi de göz alıcıydı.

Resepsiyonda bir kaç dakika bekledikten sonra ellili yaşlarda ama yakışıklı biri Yiğit ve Barışla kucaklaştı.

Barışa "Uşağum hayirdur? Neyun var?" diye sordu. Barış durumu özetleyince bizimle tanıştı. Sonrada "Yiğitcuğum deduğun gibi odalarınuz hazur. Öğlen yemeğu başlar birazdan. Ama akşama benum misafurumsunuz." dedi ve yanımıza valizleri odaya çıkarması için iki görevli gönderip gitti. Bizde yarım saat sonra kapının önünde buluşmak üzere sözleştik ve odalarımıza çekildik. Odamızda iki tane çift kişilik yatak vardı ve oda oldukça genişti. Yiğitin odası sağımızda Barışın odası solumuzda kalıyordu.

Ben banyoda Pınarda içerede üstümüzü değiştirdik. Uzun kollu lacivert bir elbise giyindim. Altınada siyah çizmemi. Pınar beni görünce elbise giymiş olmama şaşırdı. Sonrada benim deli divane aşık kuzenim dayanamayıp sevgilisinin yanına gitti. Bende telefonumun olmamasından dolayı sıkılmaya başladım. Televizyonda da birşey yoktu. Sıkıntıdan patlamak üzereydim. Kitap okusamda sıkıntıma yenik düştüm. Ve beynim Yiğite gitme kararı aldı. Beni ayna karşısına sürükleyip ucunda baykuş olan ucun eskitme kolyemi bile taktırttı. Ondan sonra saçımı ördürdü ve kendimi Yiğitin kapısının önünde bıraktı.

Kapıyı tıktıklayıp bekledim. Ama içeriden "Size istemediğimi söyledim!" diye ses yükselince sinirlendim. Ama onunla oyun oynamaya karar verdim.

Sesimi değiştirerek "Ama Yiğit bey müessesemizin ikramıdır bu." dedim. Konuyu bile bilmiyordum.

Ayak seslerinde sonra kapıyı sert bir yüz ile karşılaştımm. Beni görünce mahcup bir ifadeyle gülümsedi.

"Az önce içki ikram etmek istediler. Kabul ve etmedim. O sandım."

"Bende oyun oynamak istemiştim. Ee müsait misin?"

"Tabii."

"Pınar Barışın yanına gitti. Bende sıkıldım. Senin yanına geleyim dedim."

"İyi yaptın."

Koltukta oturup ayak ayak üstüne attım. Yiğit masasının üstündeki ilacı kaldırıp çekmeceye yerleştirdi ve kapağını hızlıca kapattı.

"O neydi?" diye sordum. Bir umut bana anlatır diye.

"Ağrı kesici."

"Hmm... Geçmiş olsun."

Başını benim anladığım kadarıyla teşekkür etti.

"Acıktın mı?"

"Sayılır. Sen?"

"Az buçuk. Biz aşağıya inelim. Barışa haber veririm ben."

"Tamam."

Birlikte odadan çıktık. Odamızdan siyah parkamı ve Yiğitin gri kaşkolunu alıp Yiğiti takip ettim.

"Oteli gezmek ister misin?"

"Bilmem. Olabilir."

Asansörde 'Bahçe/Garden' yazan tuşa bastı.

"Dudağını kimin patlattığını söylemeyecek misin?" diye sorunca yüzü değişti.

"Bir şey olduğu yok Melek. Gece babam mutfakta su içerken beni farketmedi ve dirseği çarptı. Hepsi bu!"

İnanmadım ama belli ki morali pek yerinde değildi. Uğraşmakta istemedim.

Boynuma doladığım kaşkolunu kendisine uzatınca kesin bir dille "Sende kalsın." dedi.

"Ama bende var. Üşütürsün sen."

"Bende de var. Sende kalsın. Ben öyle istiyorum."

Temiz hava alınca ikimizde normala döndük. İçeri geçerken ise elimi tutmuştu. Bana bakıp gülümsemesine rağmen kaskatı bir hâlde duruyordum.

Yemek için en üst kata çıktık. Özel bir yere benziyordu çünkü dört kişilik bir masa vardı. Barış ve Pınarda karşılıklı oturmuş bizi bekliyordu.

Yemeğimizi yedikten sonra tekrar odalarımıza çekildik. Uçak bizi yormuştu ve sanırım Yiğit iyi değildi. Bir olay olmuştu ve ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Bunu öğrenmenin tek yolu Barıştı.

"Pınar telefonunu verir misin?" diye sordum. Yatağa doğru yumuşak bir şekilde attı. Hemen Barışı aradım. Öyle çabuk "Aşkım?" diyerek açtı ki sinyal sesi bile duymadım.

"Benim Hazan."

"Efendim Hazan?"

"Şey... Yiğit kavga mı etti?"

"Ne kavgası?"

"Bilmiyorum ama normal değil. Yoksa ilacını almadı da kendine zarar mı verdi?"

"Saçmalama Hazan! Yiğit kendine zarar vermez."

"Barış ben Yiğit için çok endişeleniyorum."

"Endişelenecek bir şey yok. Çok zor günler yaşadı. Annesi o kadar çok acı çekiyordu ki bir gece ölmek için dua ettiğini bile duymuş."

"Of! Ben gerçekten darmadağınık şuan!"

"Bu tatilde bunun için değil mi zaten? Takma kafana ve kendini topla. İkiniz böyleyken bir sonuca varamazsınız."

"Teşekkür ederim Barış. Pınarı vereyim mi?"

"Olur."

Telefonu Pınara uzatıp üstümü değiştirmek için banyoya gittim. Siyah eşofman altı ile üzerinde papatyalar olan gri bir t-shirt giydim. Uzanırken uykumun bastırdığını farkedince Yiğitin kaşkoluna sarılıp uyumaya çalıştım. Ama sadece çalıştım. Şimdilik bir şey beceremedim.

MELEK Kde žijí příběhy. Začni objevovat