En sevmediğim şey, yatağımda mışıl mışıl uyurken birinin beni sarsarak uyandırması bir yandan da kulağımın dibinde bağırmasıdır.
"Yasemin, a uykucu kız, kalk artık!"
Münevver'in sesi sabahın bu vaktinde horozdan beter çınlıyordu. Uykuyu sevdiğimden midir nedir, yataktan kalkmak bana hep zor gelmiştir.
"Biraz daha uyuyayım Münü... Lütfen..." diye yalvararak yastığıma sarıldım.
Dadım yorganı açarak kalçama bir şaplak vurdu. "Hadi yaşlı büyük teyzenden utanmıyorsun, bakalım haberi duyunca yatmakta ısrar edecek misin?"
"Gülçehre Teyze günün her hangi bir saatinde kimseye sormadan olduğu yerde uyuyabiliyor zaten, uyansa ne olur uyanmasa ne olur?" diye söylendim. Dediklerimi, ağzımı kapadığım yastıktan zorlukla çıkarmıştım.
Münevver hiç acımadan kalçama daha sert bir tokat attı, hem de aynı yere. "Haberi duy öyleyse. Nişanlın aşağıda Yasemin!"
Göz kapaklarım yaylı gibi açıldı ve şaşkınlıkla Münevver'e baktım. Münevver doğruldu ve kollarını göğsünün üstünde kenetledi.
"Kim, dedin kim?" diye hırıltılı bir sesle mırıldandım.
Sırıttı. "Seni ziyarete gelmiş, şimdi Gülçehre sultan ve annen ile bahçedeler. Annen çabuk gel diye beni gönderdi."
Yataktan kalktım. "Niye gelmiş bu adam sabahın köründe!" dedim ve gözlerim iyice açıldı. "Yoksa nişanı mı attı?"
Münevver onaylamaz bir tavırla dudağını büküp kaşlarını havalandırınca umudum suya düştü. Soluklanıp kendimi bıraktım.
"O kadar da çabuk olmaz bu değil mi?"
Dadımın zoruyla üstümü değiştirdim, saçlarımı hızlıca taradı. Son bir kez aynaya baktığımda yüzümde hala uyku mahmurluğu asılı duruyordu. Dadım halime baktı ve başını memnuniyetsizce sallayıp odamdan dışarı çıktı. İçimden kendimi odama kilitlemek gelse de küçük adımlarla bahçeye doğru yürüdüm. Salih şimdiye dek beni görmeye hiç gelmemişti, ne derdi vardı acaba? Nişandan beri üç gün geçmişti... Ah! Yüzüğüm! Hemen odama geri döndüm ve komodinin üstündeki yüzüğü alıp parmağıma geçirdim. Aptal metale bir türlü alışamamıştım, bana çok soğuk geliyordu.
Şadırvanın yanındaki gölgeliğe masa kurulmuştu. Annem, Gülçehre Teyze ve sırtı bana dönük oturan Salih, sohbete dalmışlardı. Annem elindeki kahve fincanını masaya koyarken Salih'e doğru konuşmaya devam etti, geldiğimi henüz kimse görmemişti.
"Paris'te olmana rağmen nasıl olmuş da hiç karşılaşmamışsınız."
"Kısa bir süre bulundum efendim." dedi gayet terbiyeli. "Eşiniz beyefendi ile tanışmayı arzu etmiştim fakat yoğunluğundan dolayı kısmet olmadı."
Büyük teyze Gülçehre sabah şekerlemelerinden birine başlamıştı, başı öne düşmüş, rahat sandalyesine yayılmıştı. Onlara yaklaştığımda annem bakışlarını Salih'ten alıp bana çevirdi, hafifçe gülümsedi.
"Günaydın kızım."
Salih ayağa kalkarak bana doğru döndü. Asık suratına bakasım yoktu ama istemsiz bir tepkiyle başımı ona çevirmiş bulundum. Yüz ifadesi asık değildi, hatta ilgili bir bakışla bana bakıyordu. Adım atamadan öylece bakakaldım. Neden diyeceksiniz. Bir insanı hep aynı duygusuz tavırla görüp insan olduğunu belli eden hisli bir bakışına rast gelirseniz siz de şaşırırsınız. İlk defa bana baktığını, yani gerçekten görerek baktığını fark ettim. Çünkü ben de aynı hisle şu anda ona bakıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalpten Öte
Historical FictionBir mektupla başladı her şey... Bu öyle bir mektuptu ki, ne yazanın niyetine hizmet etti, ne de okuyanın isteksizliğine kulak verdi... Umursamaz bir küstahlıkla savurdu, iki şaşkın genci sevda rüzgarına... İki kalpten biri, aşkı tanırken okyan...