Acaba Mustafa benim cinayeti gördüğümü mü öğrenmişti? Ne yapacaktı bana? Beni de öldürecek miydi?
"Eeeh yeter artık kes şu saçmalığı!" diye haykırdım ve Mustafa'yı olağan gücümle ittim. En azından elinden kurtulmuştum, boğazımı kesme ihtimali azalmıştı.
"Ne var? Ne istiyorsun?" diye bağırdım.
-Çağla'ya benden uzak durmasını sen mi söyledin?
-Saçmalama gerizekalı, başka işim gücüm yok da milleti senin hakkında dolduracak mıyım?
-Bizi takip etmekten, bizim işlerimize burnunu sokmaktan başka ne işin var ki?
-Şimdi polisi aramadan defol, git!
-Çağla'ya her ne dediysen de benden bu kadar nefret etmesine sebep olduysan bunu bir şekilde düzelteceksin Serkan!
-Sen kimsin ya? Çağla'nın senden nefret etmesi için benim bir şey dememe gerek yok ki. Senin şu nursuz suratına kim baksa senden nefret eder zaten.
Mustafa bana saydırmaya, küfürler etmeye başladı ama takmadım ve hızlı adımlarla tramvay durağına yürüdüm. Tramvaya bindim ve yurda gittim. Rıdvan katili odadaydı. Öfkeli bir şekilde ona yaklaştım.
"Şu arkadaşın mıdır nedir artık nasıl bir bağlantınız var bilmiyorum, o Mustafa'ya söyle, benden uzak dursun. Bir daha saçma sapan hareketler yapmaya kalkmasın. Seni sever, seni dinler, bir de sen ikaz et. " Sesim son derece sert çıkmıştı.
Rıdvan sinsi bir bakış attı, cevap vermedi. Ben de üstelemedim ve sustum. Kavga edecek havamda değildim.
Yatağıma oturdum, kulaklığımı taktım ve dünyadan bir süreliğine kendimi soyutladım.
Dünyaya geri dönmem, Mustafa'nın gelişiyle oldu. O gelince dolabımdan kitaplarımı alıp çalışma odasına indim. Biraz anayasa hukuku çalışmaya başladım. Ama tam olarak konsantre olamıyordum. Aklımı kurcalayan çok fazla şey vardı.
Telefonumun çalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Arayan annemdi. Bana hem sevindirici hem de üzücü bir haber vermek için aramıştı. Başarılı bir kalp cerrahı olan babam Konya'da oldukça büyük ve lüks bir özel hastanede çalışmaya başlayacakmış. Bu yüzden ailem Konya'ya taşınıyordu. Bunun sevindirici yanı ailemin yanıma geliyor oluşuydu, bu yurttan da kurtulmuş olacaktım. Üzücü yanı ise bundan sonra İzmir'i daha az görecek olmamdı.
Yarım yamalak çalıştıktan sonra okula gittim. Çağla hariç bizimkilerin hepsi okuldaydı.
Selamlaşıp hatır sorma faslını da geçtikten sonra Esra, Çağla'yı sordu.
-İki gündür Çağla yok. Telefonu da kapalı. Haber alan var mı?
-Bilmiyorum, ben de hiç konuşmadım. (Herkes bunu söyledi.)
-Evine gitmiştir, diyeceğim ama öyle olsa bile telefonu niye kapalı olsun ki?
-Belki evinde, ailesinin yanında Mustafa arayıp rahatsız etmesin diye kapalıdır.
-Öyle midir acaba?
-Bence öyledir. Mustafa haddini çok aştı çünkü.
-Ne oldu, bir şey mi yaptı?
-Dün boğazıma bıçak dayadı. Çağla'ya Mustafa'dan uzak durmasını ben tembihledim diye düşünmüş ve bu yüzden beni ortadan kaldırmak istedi.
Herkes şok olmuştu.
-Çocuk bir de benim oda arkadaşım. Düşünün çektiğim çileyi...
-Sen müdüre ısrar etsen odanı değiştirmek için?
-Artık gerek kalmadı.
-Neden?
-Ailem Konya'ya taşınıyor. Şükürler olsun kurtuluyorum o iki aptaldan.
-Ne zaman taşınıyorlar?
-Bir aydan önce gelemezler, kolay değil taşınmak ama sabrederim.
-Hayırlı olsun şimdiden. İnşallah ailen gelene kadar başka bir sorun yaşamazsın.
-İnşallah.
Dersin başlaması yaklaşınca sınıfa gittik. Yan yana oturduk. Ben en kenara denk gelmiştim. Yanımdaki boş sıraya ise Furkan oturdu.
"Selamın aleyküm" dedi itici bir ses tonuyla.
Takmadım, cevap vermedim.
"Allahın selamını da almaz mısın?" dedi daha da itici bir sesle.
Ona doğru döndüm. Gözlerimi diktim. "Senden gelirse almam. Savaş istedin ya, al sana savaş.. " dedim.
"İddialısın." dedi alaycı bir sesle.
Cevap vermedim ve tekrar önüme döndüm. Zaten o sıra da hoca sınıfa girdi.
Ders bitiminde önce kampüsteki avm'deki kafelerden birine gidip yemek yedik. Bir yandan da sohbet ediyorduk.
Arkadaşlığımızın yavaş yavaş ilerlediğini hissediyordum. İlk günlerden çok daha farklıydı. Her ne kadar İzmir'deki arkadaşlarımın yeri ayrı olsa da bunları da seviyordum. Onların yanında az da olsa mutlu oluyordum, dertlerimi bir süreliğine de olsa unutuyordum.
O sırada karşı masadaki kızlardan biri gözüme takıldı. Zeliha'ya benziyordu. Ya da psikolojik olarak ben benzetmiştim.
O sırada kafedeki televizyonda haber bülteni başladı. İlk haber beni çok ilgilendiriyordu, çünkü Zeliha ile ilgili "Kayıp" haberiydi. Günlerdir haber alınamadığından bahsediyordu haberde. Demek ki Mustafa ve Rıdvan Zeliha'nın cesedini de yok etmişlerdi. O an kendimi çok kötü hissetmiştim. Haber bültenlerine bile konu olan kayıp kıza ne olduğundan haberim vardı ama bunu hiçkimseyle paylaşamıyordum. Bu vicdan azabı kalbimi acıtıyordu artık.
Yemeğimiz bitince kalktık. Avm'nin karşısındaki tıp fakültesinin bahçesindeki çardaklardan birine gittik.
"Az önce kafedeyken televizyonda çıkan haberi gördünüz mü? " Fatih'in bu sorusu üzerine başımı öne eğip yutkundum.
"Ben gördüm. Hem de Konya'da kaybolmuş kız. Yazık... İnşallah bulunur." dedi Burak.
O an kendimden daha da çok nefret etmiştim. Ne kendimi ne de bunlara sebep olan gizemli kişiyi asla affetmeyecektim.
Ben kendi kendime utancımı yaşarken Esra'nın telefonu çaldı. Bizden uzaklaşıp yaklaşık iki dakika kadar konuştuktan sonra çardağa, yanımıza döndü. Yüzünde dehşet dolu bir ifade vardı, adeta sapsarı kesilmişti.
"Esra, iyi misin?" dedim meraklı bir sesle. Diğerleri de gözlerini ona dikmişti. Hepimiz Esra'nın ağzından çıkacak kelimeler için dikkat kesilmiştik. Esra yutkundu ve zor da olsa konuştu: "Çağla'nın annesi aradı. Çağla benim numaramı ona daha önceden vermiş, bana ulaşamazsan Esra'yı ara, demiş..."
"Eee, asıl konuya gel, bu telaşının sebebi ne? " diye sorduk.
Esra'nın cevabı ise hepimizin ruhunda derin yaralar açacak, bizi büyük bir uçurumun kıyısına itecek olayların başlangıcı oldu: "Çağla kayıp. Evinde falan değil. Ailesi de iki gündür haber alamıyor. Yurtta da değilmiş. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeni Hayatım
Teen FictionSerkan üniversiteye yeni başlamış, hayatın gerçekleriyle ve kendi içinde biriktirdiği tehlikeli sırlarıyla mücadele eden bir gençtir. Etrafında iyi insanlar kadar kötü insanlar da vardır. Bir yandan iyilerle birlikte monoton hayatına devam ederken...