Bölüm 8: Whore

751 40 9
                                    

  Okul bitmiş, Kylie’yle beraber Ronald’ın Yeri’ne gelmiştik. Beraber üzerimizi değiştirirken dövmeme krem sürmüş ve acısını umursamamıştım. Servise başlayıp ilk siparişimi aldıktan sonra çok dolu olmadığı için siparişi mutfağın önünde beklerken Xavier yavaşça yanıma sokuldu.

  “Hey, n’aber Hester?” diye sorduğunda ona bakıp gülümsedim. Bana öyle büyüleyici bir bakış atıyordu ki, yanaklarım gereksizce kızardı. Parlak ve mavi gözleri öylesine muhteşemdi ki, gördüğünüz tüm mavi gözleri unuturdunuz.

  “İyi,” diye yanıtladım onu basitçe. Bana yavaşça gülümseyip elini saçlarına götürdüğünde bu kadar nefes kesici biriyle tanışmamı sağladığı için evrene küfretmiştim.

  “Güzel,” dedikten sonra beklemeden devam etti.  “Karar verdin mi? Yani, Pazar günü partiye gidiyor muyuz?” Bugün Jason’a yalan söylemiştim ama gerçeğe de dönüşebilirdi. Partileri herkes severdi. Ayrıca kimya sunumu Cumartesi günü de kontrol edebilirdim. Ya da hiç etmezdim. Zaten kaç kez kontrol etmiştim ve her şey tamdı.

  “Şey… Sanırım beni 9’da alman uygundur.” dedim göz kırpıp. Bir anlığına nefesi kesilmiş gibi yüzüme baktıktan hemen sonra toparlanıp kocaman sırıtmıştı. Göz kırpmam onun nefesini kesmişti. Aman. Tanrım.

  “Pekâlâ, kesinlikle geç kalmam. Tam 9’da.” deyip yanağımdan makas aldıktan sonra garip bir zafer nidasıyla arkasına dönüp kasanın başına geçti. Bob –aşçımız- siparişi tezgâha koyunca tepsiye koyup masaya ilerledim.

  Tam her şeyi masaya koyup, başka bir istekleri olup olmadığını sorup olumsuz cevabımı aldıktan hemen sonra kapı açılıp içeri bir müşteri girdi. Tanrı aşkına! Onun burada ne işi vardı?

  Masaya oturana dek onu seyrettiğimi bana sırıtarak baktığında fark ettim. “Siparişimi alacak mısın yoksa gelip ben mi söylemeliyim?” diye sorduğunda gözlerimi devirip masasına gittim.

  “Evet, ne istiyorsun?” diye sorarken kalemi siparişi yazmak için hazırlamıştım. Dudak büzüp gözlerini kısarak baktı. Küçük bir çocuk kadar sevimli görünmüş olabilirdi ama bunu dikkate almayacaktım.

  “Kibarlık eşittir daha çok bahşiş, denizkızı.” dediğinde dümdüz bakıp “Lakap kullanmamanı söylemiştim.” dedim. Bildiğini gösterircesine başını salladı. Sıkılarak dudak büzüp iç çektim.

  “Sipariş verecek misin yoksa saçmalamanı mı dinleyeceğim?” diye sorduğumda tembelce gülümsedi. Gözleri köz parıltıları gibi parıldayan kırmızı ve sarı benekleriyle beni içine almak için uğraşıyordu ama ona yenik düşmeyecektim.

  “Caffè Latte ve tarçınlı kurabiye istiyorum.” dedi. İroni beni şaşırmıştı. Bu benim vazgeçilmez ikilimdi. Ama bunu bilmiyordu, değil mi? Sadece tesadüfen aynı şeyleri seviyorduk işte.

  Siparişi getirmek üzere arkamı dönüp ilerledim. Tezgâhın arkasındaki kahve makinesine bardağı koyup tuşa bastım ve o dolana kadar geçen sürede bir tabağa kurabiyeleri koydum. Latte bardağını ve tabağı tepsiye yerleştirdikten sonra masaya geri dönüp siparişini önüne koydum.

  “Başka bir şey?” diye sordum. Başını okuduğu kitaptan kaldırıp tembelce sırıtarak yok anlamında salladı. Dürtüsel olarak okuduğu kitaba baktım ve Gurur olduğunu görünce kendimi konuşmaktan alıkoyamadım. “Dönüşüm Serisi mi okuyorsun, Allard?”

  “Evet. Bu seriyi okudun mu?” diye sordu. Onunla adam akıllı bir muhabbetimizin olabilme düşüncesi beni şaşırtırken bir yandan da anlamsızca mutlu etmişti. Kendimi yavaşça karşısındaki koltuk çakması sandalyeye kaydırdım ve ayaklarımın ağrıdığını o an fark ettim.

Song Of DestinyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin