Tom'un bana merkezden bulduğu sahte bir kimlikle giriş yaptığım otelin odasındaki telefondan Tom'u aradım. Mahkeme bugün olacaktı ve içimde küçük bir umit vardı. Sonucu öğrenmek istiyordum.
Telefon bir kaç çalıştan sonra açıldı ancak bana karşılık veren ses Tom'un değildi. Bir kadın sesiydi. Jane'in sesi...
"Hey incarna..." Uzun zamandır bana kızgın olduğu sesiyle değil, halen çok yakın arkadaş olduğumuz donemdeki ses tonuyla konuşmuştı. "Nasılsın"
Onun sesini duyunca yuzume kuçuk bir gülümseme olsa da Tom'un niye kendi telefonuna bakmadığını merak ettim. "Çocuklara ne oldu Jane?" Arkadaşımla daha çok sohbet etmek isterdim ancak sırası değildi. Ona duyduğum özlemi sonra giderebilirdim.
"Uzgunum" diye bir kelimeyle her şeyi açıklamayı başarınca üstünde oturduğum yatakta ölmeyi diledim. Telefonu elimden bırakmadan önce Jane son bir kez daha konuştu. " üç gun sonra"
Telefonu ahizeye yamuk bir şekilde yerleştirip yatağa yattığımda ve yorganın içine girdiğimde hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Başıma gelecek en kotu şeyin yıllarca uğraştığım kötü katillerden değil de devletten geleceğini hiç düşünmemiştim.
Saatlerce yatakta ağlamışken kendi sesimin arasında kapının tokmağının vurulduğunu tesadüfen duydum. Guçsuz bacaklarımı kullanarak ayağa kalkıp kapıyı açtığımda karşıma gözleri tahminen ağlamaktan kızarmış Tom çıktı.
Onun önünde fazla bekleyemeden kendimi tekrardan yatağa attığımda o kapıyı kapatıp yatağımın baş ucundaki sandalyeye oturdu.
"dışarı çıkmak ister misin?" Diye sordu durgun sesiyle. Bunu onun da istemediği belliydi.
Perdeleri kapalı odada yatarken hiç bir cevap vermedim.
"Tamam" diye yanıtladı Tom. "Bu ızdıraptan kurtulmanın tek bir yolu var" elindeki siyah poşetten çıkardığı beyaz tozla dolu küçük şeffaf poşeti komidine koydu. "Kokain. Ne dersin?"
İtiraz edecek kadar iyi hissetmiyordum.