Dolunay

43 6 0
                                    

John ve ben şoktaydık. Az önce olan şey karşısında dehşete düşmüş halde bir süre öylece asılı kaldık. Birkaç dakika sonra John halattan aşağı inmeye başladı. Bunun kötü bir fikir olduğunu biliyordum.

-Dostum dur aynı şey sana da olabilir.

Beni dinlemeyerek yere atladı.

-Dostum Sheila düştü ve belki orada yaşıyor olabilir.

-Yaşıyorsa onu aramalıyız ama aynı şey bize olursa ne olacak?

Ben de Sheila'nın yaşadığına inanmak istiyordum. Nasıl olmuştu yer çökmüş ve ardından tekrar yerine gelmişti? Ben de arkasından indim. Halattan aşağıya inince John'un kolundan tutarak konuştum.

-Dostum, gel yukarıya çıkalım. Güvenli olduğundan emin olduktan sonra inip ararız.

-Vaktimiz yok dostum. Bir an önce Sheila'yı bulmalıyız.

John'u ikna edemeyeceğimi anlayınca başımla onayladım. John çantasından telefonunu çıkarıp fenerini açarak önüne serdiği haritayı incelemeye başladı. Yanına oturdum. Tam bulunduğumuz nokta için yazılmış birkac satır şiir vardı. Daha önce önemsememiştik fakat şimdi elimizdeki her şeyi kullanmalıydık.

  "Sağlam basmalı yere, geçerken engelleri.
   Ancak ulaşmak yolun sonuna, geri getirir gidenleri."

  John anlamayan bir ifadeyle satırlara bakıyordu. Anlamasını sağlamak için açıklamaya başladım.

-Sanırım Sheila'yı ancak haritayı takip ederek bulabileceğimizi söylüyor. 

-Haklısın dostum. O halde yolumuzu değiştirmeden devam etmeliyiz.

-Birbirimizden çok uzaklaşmayalım. En azından başımıza bir şey gelirse yan yana oluruz. 

Haritayı toplayıp kalktık. John elinde telefonla önden yürüyordu. Harita şimdi bir yol ayrımında sağ taraftan devam etmemizi söylüyordu. İleride bir alanda kırmızı işaretli bir yer vardı. Ne anlama geldiğini anlamadığımız birkaç dize yazılmıştı.

"Dolunayda görünür yalnız renkleri,
  Dolunaya dönüş geçmek için köpekleri."
 
John korkuyla bana dönüp baktı.
-Dostum, köpek derken.. köpekleri kast etmiyordur, değil mi?
-Bilmiyorum dostum. Bunu göreceğiz..

  *          *          *           *         *
Aynı anda Kepler Askeri Uzay Üssünde

Yaşlı komutan monitörün başında yanında genç olanla karşısındaki kızı izliyordu. Kız ölmediği için şanslıydı. Zaten komutan kimsenin canını almak istemiyordu. Sadece davetsiz misafirlerin burada olması görev için tehlikeliydi.

  Yıkılan yer kızı yer altındaki hücreye düşürmüştü. Kızın başında bekleyen asker, insan olduğunun -ya da ne olduğunun- anlaşılmaması için kapalı bir giysi giyiyordu. Kız yorulmadan sürekli bağırıyordu.

-İmdaaat! John! Jackson! Kurtarın beni! Kimse yok mu?!

  Komutan kızı inceleyen gözlerini çevirip yanındaki genç askere baktı.

-Diğerlerini gösterin.

-Emredersiniz efendim.

Genç olan birkaç tuşa basarak monitörde yürüyen iki genç çocuğun görünmesini sağladı.

-İlerlemeye devam ediyorlar efendim. Geri dönmemişler.

-Merak etme asker, gittikleri yerde karşılaşacakları şey onları yeterince korkutacaktır. Köpekleri bırakın.

Asker ciddi bir ifadeye bürünüp ayağa kalktı. Yaşlı olana hızlıca selam vererek odadan çıktı. Ne olacağını biliyordu. Köpekler salınacak, iki genç ölecekti. Vicdani sızlasa da emri yerine getirmeliydi.
Girdiği odada karmaşık bir sürü monitör ve birkaç asker daha vardı. Emri iletti.

-Köpekleri salın.

  *            *              *          *            *

  İlerlemeye devam ediyorduk. Neredeyse 2 saat geçmişti verdiğimiz son molanın üzerinden. Yorulmaya başlamıştım ama şimdi duramazdık. Kırmızı işaretli yere az kalmıştı. Ne olduğunu bilmesek de bizi Sheila'ya götürecek bir şey olmasını umuyorduk. Önümüzdeki yol bir anda genişliyordu. Sanırım işaretli yere gelmiştik. Karşımızda oda benzeri bir yer vardı. İnsan eli değmiş olmalıydı çünkü duvarlarda asılı daha önce hiç görmediğim türde, tüm odayı aydınlatabilen ışık kaynakları vardı. 

  Genişleyen oda benzeri yola girdiğimizde karşımızda gördüğümüz şeyle geri dönüp koşmaya başlamamız bir oldu. Odada üç tane normal boyutların üstünde, devasa köpek duruyordu. Dişleri korkutucu derecede sivri ve gözleri kıpkırmızıydı. Bizi birkaç hamlede paramparça edebileceklerine hiç şüphe yoktu. Beyaz renkli köpeğin göğsünde neye ait olduğunu bilmediğimiz fakat haritanın kenarında gördüğümüz bir amblem vardı. Şiirde bundan bahsediliyor olmalıydı. 

  Arkamıza bakmadan koşarken bir çarpma sesi duyduk. Köpekler bizi odanın girişine kadar kovalamış, oradan ileri arada sanki görünmez bir duvar varmışcasına geçememişlerdi. Hayretle köpeklere bakıyorduk. Tekrar yerlerine geçip yatmaya devam ettiler. 

 -D-dostum şimdi ne yapacağız?

-Bilmiyorum dostum. Başka bir yol bulmamız gerekecek sanırım. 

  İlk başta odaya girene kadar fark edemediğimiz köpekler şimdi hala görebileceğimiz mesafedeydi. Hemen haritayı açıp başına geçtik ve farklı bir yol aramaya başladık. Haritaya göre buradan ileri geçebileceğimiz tek yol buraydı. John ayağa kalkarak saçlarını sinirle karıştırdı.

-Bitti işte. Sheila'yı asla bulamayacağız.

-Umutsuzluğa kapılma. Bu canavarları geçmenin bir yolu olmalı.

 Köpeklere bakarken yutkundum. Nasıl geçebileceğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu. Korkutucu görünüyorlardı. Bu şekilde geçmemiz imkansızdı. Umutsuzluğa düşmek ve Sheila'yı bulmadan dönmek istemiyordum. Düşünmeye başladım. Belki şiirden bir anlam çıkarabilirdik.

-Şiirde dolunaya dönüşmemiz gerektiğini söylüyor. Dolunaya nasıl dönüşebiliriz ki?

-Köpekleri geçmek için dolunay kullanacaksak bir yerden dolunay bulmalıyız ama yerin dibindeyiz dostum! Ne yani, Youtube'dan dolunay videosu mu açacağız?!

-John sen bir dahisin! Telefonunu ver.

 John'un telefonunu alıp bir dolunay videosu aramaya başladım. Denemeye değerdi. Elimizde başka hiçbir şey yoktu. Videoyu bulup odanın kapısına doğru ilerledim. Köpeklerin dikkatini çektiğimde odaya girmeden videoyu onlara çevirdim. İşe yaramıştı! Köpeklerin renkleri solmuş, birer heykel gibi görünüyorlardı. Kıpırdayamıyorlardı da. John arkamdan sevinçle bağırdı.

 -İşe yaradı!

 -Dostum gel buraya. Yanımdan ayrılma.

Odanın içine temkinli bir adım attım. Köpeklerin kımıldamayacağına emin olduktan sonra John'la beraber odada hızlıca ilerlemeye başladık. Köpekler kıpırdayamıyor fakat gözleriyle bizi takip ediyorlardı. Benimse gözlerim bir yolda bir beyaz olandaydı. İri ve asil bir köpekti. Diğer siyah olanların aksine gözleri kırmızı değil koyu yeşildi. 

  Odanın ortasına ulaştığımızda telefonun tiz sesiyle irkildik. Ekranın renginin solmasıyla ne olduğunu anlamıştık. Telefonun şarjı şimdi bitecek, köpekler tekrar hareket etmeye başlayacaktı..


KEPLER-10CHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin