27 | SÜRÜ

2.9K 198 46
                                    

The Cinematic Orchestra - Time and Space

Fırtına'dan 15 gün önce

Hayatta asla alışamayacağınız durumlar vardır. Daha önce yüz kez yaşamış olsanız da yüz birinci kez geldiğinde kalbinizi gırtlağınızda attıran durumlar. Uçurumun kıyısında yürümek gibi. Sahneye çıkmak gibi. Namlunun ucunda olmak gibi. Daha önce işlerin yolunda gitmiş olması bir kez daha yolunda gideceği anlamına gelmez çünkü. Korku oradadır, derinizin hemen altında bir kalp gibi atar. Düşme korkusu. Başarısız olma korkusu. Ölüm korkusu.

Ebru arabayı buz gibi bir sükunetle kullanıyordu. Sağ eli direksiyonda, sol eli suratımın ortasına doğrultulmuş tabancanın tetiğindeydi. Küçülüp yok olmak, namlunun ucundan kaçmak istiyordum ama kaçacak hiçbir yerim yoktu. Araba bir çukura girse, parmağı tetiğe biraz fazla baskı uygulasa beynim arabanın camına fışkırırdı. Böyle bir talihsizlik yaşanmadan da pek fazla şansım olduğunu sanmıyordum. Beni öldürecekti.

"İstanbul'dan buraya kadar bizi takip mi ettin?" diye sordum, sesim çok boğuk çıkmıştı. Aniden silahını ateşlemeyeceğinden emin olmak, onu konuşturup oyalamak istiyordum.

"Ben bir süredir buralardaydım." Ebru kibirli bir tavırla güldü. "Siz bana geldiniz."

Eymen'in aniden Ankara'da işi çıkması ve sık sık yaptığı telefon görüşmeleri bende herhangi bir şüphe uyandırmamıştı fakat şimdi o kadar emin değildim. Tesadüfen Ebru'nun bulunduğu şehre gelip, yolda yürürken ona rastlamam benim için bile fazla şanssızlık olurdu. Benim için bile.

"Buraya gelmemizde parmağın var değil mi?"

Gittiğimiz yolda binalar seyrelmeye başlamıştı. Şehir merkezinden uzaklaşıyorduk. "Zekan gözlerimi yaşartıyor," dedi Ebru alaycı bir tavırla.

Zekama hakaret ederken o anda çantamın içindeki telefonumdan Merih'e konum gönderdiğimin farkında değildi. Bir de mesaj yazmıştım: Ebru. Polisi ara.

Eymen daha yakınımdaydı, ona haber vermem halinde bir şekilde yanımıza ışınlanacağından emindim. Ama Ebru her şeyi göze almış gibi görünüyordu, silahı vardı ve ben Eymen'in mantıklı olanı yapıp polisi arayacağına güvenmiyordum. Bu işi kendisi halletmek isteyecek, hayatını tehlikeye atacaktı. Onun da başına bir şey gelmesi ihtimalini göze alamazdım.

O anda sanki onu düşündüğümü hissetmiş gibi telefonumun ekranında adı göründü. Beni arıyordu. Konumu göndermeden önce telefonun sesini kapattığım için şükrettim. Arkama yaslanmış, dümdüz önüme bakıyordum. Ebru bir kavşaktan dönerken dikkatini yola çevirince ekrana daha uzun bir an bakacak cesareti buldum.

Eymen'in mesaj attığını gösteren arka arkaya bildirimler vardı.

Merla neredesin?

Aç şu telefonunu!

Nereye gidiyorsun?

Hemen otele dön.

Hemen.

Bir yere gittiğimi nasıl anlamıştı? Merih'e mesaj atmamla onun beni aramaya başlaması arasında saniyeler vardı, Merih'in ona haber verecek zamanı olduğunu sanmıyordum.

Ebru'nun sessizliğimden şüphelenmemesi için, "Çanta fiyaskosundan sonra direkt Ankara'ya mı geldin?" diye sordum; aynı anda da telefonumu koltukla kapının arasındaki boşluğa bıraktım. Hani arabadaki koltukların altında oraya düşen her şeyi yutan bir boşluk vardır ve bir türlü uzanamazsınız. Ebru'nun telefonumdan kurtulmak istemesi ihtimaline karşı bir önlem olarak, o karadeliğin gücüne güveniyordum. Merih haber verdiğinde polis telefon sinyalimi takip edebilmeliydi.

SİYAH KUŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin