Gizli saklı sırlar, insanların arkanızdan çevirdiği oyunlar, güveninizi boşa çıkaran gerçekler... Hayat göründüğü kadar eğlenceli ve kolay olmuyordu hiçbir zaman. Hiç kimseye güvenmemeniz gerekiyordu çünkü çok güvendiğiniz her anda sırtınızdan bıçaklandığınızda açılan yara daha büyük, daha acı verici oluyordu.
Fakat işler Yoongi için farklıydı. O hissizleşmişti. Yaşadıklarından ve yalnızlığından ötürü artık hiçbir bıçak yarasını umursamaz olmuştu ve acıya rağmen dimdik ayakta durabiliyordu. Hayat denen bu piyeste ise son derece azimli bir şekilde oynamaya devam ediyordu oyununu.
Karşısındaki camdan muhteşem şehir manzarasını izlerken aklındakiler de tam olarak bunlardı. Belki de bu oyunu bitirmelerine çok az kalmıştı. Belki de her şey tam şu dakikalarda açıklığa kavuşacak, annesinin yerini öğrenecek ve tıpkı şu anda yaptığından, olmadığı biri gibi davranıp, ondan haberi yokmuş gibi yapacaktı. Sahi, bunca zaman ona bakan, koruyup kollayan, daima yanında olan annesi ne yapıyordu şu an? Biyolojik annesinin aksine o kadın ona gerçek bir anne gibi davranmıştı fakat onu bu kadar bile arama çabasına girmemişti. Geçmişteki neredeyse her şeyi hatırlıyordu artık. Tabi neredeyse. Hâlâ nasıl o hastaneye kapatıldığından haberi yoktu tabi. Ama annesinin onu nasıl merhametle sarıp sarmaladığını çok net hatırlıyordu. Onu aramamasının tek nedeni ise, şu an hiç olmadığı biri olmasıydı. O Min Yoongi değildi artık. O, Park Jimin'in kuklasıydı...
Önündeki sandalyenin çekilmesiyle bakışlarını restoranın camından ayırıp, karşısındaki adama döndü. Ardından ayaklanıp elini uzattı ve tokalaştı Kim Namjoon'la. Bunca işinin arasında, Sakurality Kozmetik'in CEO'su onunla görüşmek istediği için toplantılarını iptal edip buraya kadar gelmişti Namjoon. Konuşacakları şeyler, kayda değer şeyler olsa iyi olur diye geçiriyordu aklından.
"Merhaba Bay Kim, ricamı kırmayıp görüşmeyi kabul ettiğiniz için teşekkürler." Namjoon'un yüzünde varla yok arasında bir gülümseme oluşurken alayla karşısındaki adamı süzmüştü.
"Sakurality'nin bunca zaman gizli tutulan başkanı benimle görüşmek istemiş ve ben geri mi çevireceğim? Sahi, o şirketin başından beri başkanı olmak için çok gençsiniz. Sanırım yenisiniz." Onay bekleyen bakışlarına karşılık Yoongi son derece sert ve soğuk kanlıydı. Duruşundan bir nebze olsun ödün vermiyordu.
"Öyle de denebilir. Fakat benim görüşmek istememin nedeni pek de şirket işleriyle ilgili değil." Bu cümle, Namjoon'a vaktinin çalınacağını anlaması için yeterliydi. Göz ucuyla kolundaki saate bakıp çabuk ol, sinyali vererek Yoongi'ye döndü.
"Evet, dinliyorum."
"Park Jimin'le aranızda nasıl bir ilişki vardı," diye sordu Yoongi uzatmadan.
Namjoon bu soruyla afallamış, öylece bakakalmıştı karşısındaki adama. Yıllar öncesinden kapanan bir defterin, neden şimdi gün yüzüne çıkarıldığına ve bu konunun onunla görüşüldüğüne anlam veremiyordu.
"Sıradan bir rekabet ilişkisi," dedi tıpkı söylediği gibi sıradan bir şekilde.
"Nasıl bir rekabet?" Namjoon tek kaşını kaldırdı ve daha anlaşılır bir biçimde açıkladı.
"Dedim ya, sıradan. Her şirketin birbiri arasında olduğu gibi. Park Jimin'le yarışmak güzeldi. Çünkü daima en dişli rakibim oydu. Fakat bir gün ortadan kayboldu ve piyasada yarışacak adam kalmadı. Kaybolduğunda üzüldüm açıkçası." Yoongi, Namjoon'un anlattıkları arasında yüz ifadesini dikkatle izleyerek ufak yalan kırıntıları aramıştı fakat Namjoon söylediklerinin her kelimesinde gayet ciddi duruyordu. Bir an şüphelinin o olamayacağını düşünmeye başlamıştı.
"Bunları yıllar sonra neden bana sorduğunuzu anlamıyorum."
"Sakurality aslında Park Jimin'e ait bir şirket. Ben sadece geçici olarak yönetiyorum. Bu yüzden kayıp Park Jimin hakkında bir ipucu bularak Nerede olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Onun hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, işimizin o kadar kolaylaşacağını düşündük. Bu nedenle sizinle de görüşmek istedik. Sonuçta yıllardır aynı sektörün bir parçasıymışsınız." Namjoon başını şaşkınlığı eşliğinde onaylar biçimde salladı. Park Jimin'in, Sakurality'nin başkanı olması onun için yeni bir şeydi. Bundan kimsenin haberi olmadığına da emindi.
"Doğru, Park Jimin'le aynı sektörde çalışıyorduk fakat birkaç ortak toplantı dışında fazla bir sohbetimiz olmadı. Birbirimiz hakkında fazla şey de bilmeyiz. Bu nedenle eğer görüşmediyseniz, ailesiyle konuşmanızı öneririm. Park Jisung yıllar önce ölmüş olsa da şu an işlerin başındaki küçük erkek kardeşinden çokça bilgi edinebileceğinizi düşünüyorum." Duyduğu isimle birden duraksadı Yoongi. Ağzı hayretle aralanırken "Park Jisung mu dediniz," diye sordu inanamayarak.
"Evet, Park Jisung. Kardeşi de Park Jihyun. Bunu bilmediğinizi söylemeyin lütfen." Namjoon'un tek kaşını şüpheyle kaldırmasını umursamadan, içinden tekrar tekrar bu ismi geçirerek zihnini yokladı. Park Jisung'u tanıyordu. Daha öncesinden Rojin'in bahsettiği adamdı bu. Yıllardır hapis hayatı yaşadığı akıl hastanesinin eski sahibi. Bu demek oluyordu ki, Park Jimin o hastanenin asıl varisiydi. İlk olarak Jihyun'la konuşması gerektiğini biliyordu fakat Jimin onun karşısına çıkmamasını söylediği için uzak duruyordu. Fakat ruh ortalıklarda birkaç gündür yoktu. Belki de Park Jihyun'la bir kez de olsa yüz yüze konuşmasının vakti gelmişti...
"Elbette biliyorum, hatta Park Jihyun'un hastanedeki hisselerinin yüzde ellisi bana ait," dedi kararlı bir şekilde. Tanıdığı konusunda dürüst olduğu pek söylenemese de, Taehyung'un ve Jungkook'un yardımıyla birkaç gün içerisinde Hisseleri üzerine almayı başarmıştı. Jungkook bir yandan da şirkette açıklar oluşturarak daha fazlasını devretmek için Jihyun'u sıkıştırmaya devam ediyordu.
"Demek öyle... Park Jihyun işinde berbattır. Hiç ağabeyine çekmemiş. Zaten Park Jimin ortadan kaybolmasaydı, tüm işleri babasından ona bırakılacaktı. Jihyun'un batmak üzere olmasına şaşmamalı," diye mırıldandı Namjoon. Anlatım tarzındaki alayı da çekinmeden vurgulamıştı.
Yoongi, her konuştuğu, Jimin'i tanıyan kişinin Jihyun'u aşağılamasını ve işinde çok kötü olduğunu söylemesini düşünmeden edemedi birden. Ağabeyi birileri tarafından bu hale düşmeseydi ve babası da cinayete kurban gitmeseydi, bu şirketlerin başına geçmek zorunda olmayacaktı belki de. Onda bir azim kırıntısı göremiyordu Yoongi. Belki de işinde tamamen isteksiz bir şekilde, sadece şirketler ve hastane ailesine ait olduğu için çalışıyordu. Eğer biraz önemseseydi, duyduğu her cümle onun iflasın eşiğinde olmasıyla ilgili olmazdı.
Kendi kendine düşünmeye devam ederken Namjoon'un tekrar saatine bakıp ayaklanmasıyla odağı dağılmış, bakışları karşısındaki adama dönmüştü.
"Daha fazla kalmak isterdim fakat katılmam gereken çok önemli bir toplantım var."
"Hiçbir şey yemeden mi gideceksiniz Bay Kim," diye sordu Yoongi, kibar bir şekilde.
"Çok isterdim ama mâlesef bir daha ki sefere. Siz söylediklerimi unutmayın lütfen. Umarım onu bulursunuz da ben de tekrar kendime bir rakip edinirim. İyi günler." Yoongi, meşgul adamı daha fazla işinden alıkoymamak adına üstelemeden el sıkıştı ve ayakta uğurladı. O gider gitmez ise tekrar kendini sandalyesine attı ve kaldığı yerden devam etti parçaları birleştirme çabasına.
Eğer Jihyun gerçekten düşündüğü gibi mecburiyetten işin başındaysa, her şeyi almak daha kolay olabilirdi. Fakat Jimin'in neden kardeşinden bahsederken bile, tıpkı intikam almak istediği kişilerden bahsettiği gibi gözleri parlıyordu anlam verememişti. İşte bu uyuşmayan bir parçaydı. O zaman, bu işte Park Jihyun'un parmağı olabilir miydi? Jimin'in elinden her şeyini alan kişi, o olabilir miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
❈The Puppet↠myg+pjm❈
Fanfiction🌙Unutma! Hiçbir iyilik karşılık bekleyerek yapılmaz.🌙 Yayımlanma tarihi ↠15.05.2018 İthafen ↠ @Yoongi_Swag_Shuuya © Tüm hakları saklıdır