Bazı baharlar acelecidir.
Bir kısmı geç kalır.
Ama bazıları...
Bazıları hiç gelmez.
Jerusalem'de ilkbahar; hiç gelmeyen cinstendi. Hoş; güneşli baharları da sevmezdim zaten. Çocukluğumdan beri mizacım hep kasvetli sonbaharlara meyleder, gri bulutların altında kendimi güvende hissederdim.
Bu şehre adımımı attığımdan beri 20 senelik hayatım boyunca görmediğim kadar ceset görmüştüm. Bazıları nefes alıyordu üstelik. Yere yığılmış öylece bekleyip, odada yanan cılız ampulü inceliyordum. Alt üst edilmiş evim ve darmadağın olmuş ben. İçi didik didik edilmiş bir şekilde odanın sağ köşesinde bavulum, alt üst edilmiş yatağım, yarısı açılmış şifonyer çekmeceleri, tek tek kurcalanmış evrak dosyalarım, fotoğraflar, camı çatlamış içindeki miski yere dökülen parfüm şişem... odaya güzel bir koku yayıyordu. Tıpkı İstanbuldaki Emirgan Korusu gibi.Lavanta biraz.
İstila edilmiş evimi tekrar gözden geçirirken uzandığım halının üzerinden yavaşça doğruldum. Bacaklarımı kendime çekip kafamı dizlerime yasladım. Evet; Jerusalem harikulade ve eksantrik bir şehir. Hatta manevi olarak da oldukça yoğun. Ancak bu benim için henüz aşılamayacak bir yoğunluk gibi görünüyor. Daha geldiğim ilk haftadan ülkemin başını belaya soktum. Bu şehir Dünya'nın her yerinden daha farklı; yaşanmasını geçtim ayak basılması bile, yeryüzünün en tehlikeli bölgesi olabilir.
3 Din. İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik. Üçü için de farklı önemler arz ediyor. Ve üçü de bu bereketli ve kutsal topraklara hâkim olmak istiyor.
Sonuç: KAOS.
Herhangi bir savaş meydanına düştüğünüzde kaçıp gizlenecek bölgeler vardır mutlaka. Kendi bölgenizde güvendesindir.
gizli geçitler müttefikinizdir...Ama Jerusalem'de o bölgeyi bulamazsın. Dost da düşman da ortadadır.
Her sokak savaş meydanı.
Üniformalarından tanırsın onları.
Cesaretin veya uğrunda öleceğin bir davan yoksa duramazsın.
Belki her gün bomba sesleri yok ama Siyonizm; hantal botları ile güçlü bombalardan daha zalimce masumları ezmekte her gün.
Yasal mermileri kaldırımlarda...
Bazıları insan kanına bulanmış.
Her an bir el ağzını kapatabilir sen şiir okurken.
Arkanı kollamak zorundasın.Gözlerim odayı dolaşırken birden ardına kadar açılmış iki kanatlı eski pencereyi yakaladım. Tahta pervazları sökülmeye yüz tutmuş, zar zor işlevini görüyor. Üzerinde çay lekesi olduğunu tahmin ettiğim kırmızı dalgalar yayılmış perdesi dışarı doğru süzülüyor. O an fark ettim, hırsızın bu pencereden girdiğini. Bir ürperti geldi. Yeni idrak etmiş gibi odayı tekrar bir süzdüm. Derhal bavulumun gizli bölmesine yerleştirdiğim bir miktar nakit paramı kontrol ettim. Fermuarı açılmış. Ama paralar yerli yerinde. Çalınmamış. Evraklarım dahi didik didik edilmiş, paralarımı gördüğü halde çalmamış. O zaman içeri giren kişi hırsız değil mi? Kim? Benim düşmanım da yok ki. Fermuarını açmış ama belki de görmemiştir. Ahmak bir hırsızdır muhtemelen. Hırsız olabilir de, olmayabilir de. İki durum da oldukça korkutucu.
Yine bir ürperti.
Umursamadım. Pencereyi usulca kapatıp saatime uzandım.Gece saat; 02:36
Eve geleli neredeyse bir saat olmuş. Nezarethanenin soğuk duvarları hala avucumda. Şoku atlatamamışım daha. Her şey çok yeni ve beynim bu kadar olayı kaldıramıyor. Ürperiyorum. Kalkıp etrafı toplamaya gayret etsem de, önce ağlamak istedim. Dizlerimin üstünde yere çöküp secde eder gibi halıya uzandım ve sessizce ağlamaya başladım. Ellerim titriyor, şoku bu şekilde atlatacağımı umuyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEKLERİ ÖLDÜRDÜM
Teen Fiction*** "Ten uçurumdur. Yıkımlar birbirlerinin ecinnileri. Seni görmedim Venüs'ün saçları, alargada benimle arkama saklanıverdin. İnce alaylı, kara gülmekle derin gürültüler açtın tenimde, kapanmadan. Kabuğu ısınmış bir salyangozun deniz mavisi büğetiyd...