The Fray-Heartless
Son güne kadar dur durak bilmeden gezdik. O her şekilde memnundu halinden, sadece büyük bir caddede yürüyor olsaydık bile bu onu mutlu ediyordu. Yeni şeyler öğrenmeyi ve yeni yerler görmeyi hep sevmişti. Ben de onu takip ettim haliyle, dünyanın neresi olursa olsun onun yanında olduğum sürece hiçbir şey daha ilgi çekici gelmeyecekti. Bunu biliyordum.
O akşam da uçağımız vardı, bu şekilde geçirebileceğimiz son zamanlarımızdı. Ben dönmek istemedim. Ulusal müzeye gitmiştik, Jimin benim bundan hoşlanacağımı düşünüp bana bunu önermişti. Aslında fena değildi, orayı sevmiştim.
"Oteli bulabileceğimizi sanmıyorum." Jimin elindeki telefonundan başını kaldırıp bana döndü, kaldırımda bekliyorduk kalabalıkta. Metroyla geri dönecektik aslında ama önce hangisine binmemiz gerektiğini bulmalıydık. Broşürlerdeki haritadan vazgeçip dijital olanı kullanmaya başlaması bu sorunumuzu biraz olsun azaltmıştı.
"Taksiye binebiliriz," diye bir öneride bulundum.
"Eğer kendi başımıza bir oteli bile bulamayacaksak--"
"Pardon," diye yabancı bir ses duyduğumuzda ikimiz de başımızı o tarafa çevirdik. Başındaki şapkayı ters takmıştı, boynunda büyük bir kulaklık asılıydı ve oldukça genç görünüyordu bize seslenen çocuk. "Kulak misafiri oldum da-"
"Vay, sen Koreli misin?" Jimin büyük bir rahatlamayla ona döndü.
"Evet. Ben Moon Shin." Elini uzattığında kaşlarımı çattım.
"Park Jimin." İkisinin el sıkışmasını izlerken ortamdaki üçüncü tekerlek benmişim gibi hissettim. Yabancı olan oydu.
"Size yol konusunda yardımcı olabilirim, sık sık Tokyo'ya geliyorum."
"Gerçekten minnettar oluruz," dedi Jimin. "Buradaki son günümüz ve otele döneceğiz ama bunu taksinin içinde yapmak istemiyorum."
"Dışarıya son bir kez bakmak istiyorsun, değil mi? Ah, her seferinde aynı hissi yaşıyorum. Pekala, otelin adı ne?"
"Şu otele nasıl gidebileceğimizi söylersen, gerçekten memnun oluruz." Jimin telefonu ona uzatıp gülümsedi, muhtemelen başka bir şey dilemesi gerektiğini düşünüyordu. Çocuk Jimin'e hangi metroya binmemiz gerektiğini anlatırken etrafıma bakındım, dışlanmıştım, üzgün hissediyordum. Hem Jimin'le el sıkışmış hem de beni görmezden gelmişti. "Pekala, numaramı buraya yazacağım, herhangi bir şeye ihtiyacınız olursa mesaj atabilirsin. İki gün daha buradayım."
*
"Buraya daha sonra tekrar geleceğim." Jimin eşyalarını çantasına tıkarken, kesinlikle tıkmaktı ve eğer kıyafetlerin bir dili olsaydı şu an haykırarak ağlıyor olurlardı. "Dur, valizinde yer var mı?" Yatağın kenarından bir paket çıkarıp bana döndü, o paket o gelirken yoktu. "Sana bir iki şey almıştım."
Pekala, ben bir şey almadım.
"Eve gidince bakarsın, şimdi vakit kaybetmeyelim, valizine yerleştir ama dikkat et, içinde kırılabilecek bir şey var."
Bana uzattığı yeşil paketi aldım, ne diyeceğimi şaşırmıştım. Birbirimize öyle pek hediye almazdık, bu tip şeyleri genelde haberli yapardık. Sürpriz olmuştu. Beklemediğim bir anda atağa uğramıştım, o Moon Shin denen çocukla gözlerimin önünde flörtleştiğinden beri, tamam, belki flörtleşmek sayılmazdı ama numarasını silmeye yeltendiğimde beni engellemişti, ona sinirliydim.
"Ben--" Paketi evirip çevirdim. "Teşekkür ederim ama ben sana bir şey almadım--"
"Sorun değil." Omuz silkti, bunu pek umursuyormuş gibi görünmüyordu. "Görmek istediğim her şeyi gördüm. Ve şey... birazdan dışarıya çıkacağız-- o yüzden..." Bana doğru yaklaştı, ne düşündüğünden emin olamıyordum. "Bu hayatımda çıktığım en iyi geziydi, teşekkür ederim. Her ne kadar iş gezisi desen de." Gülümsedi ve uzanıp boynuma doladı kollarını, paketi dikkatlice yatağa koyup elimi beline yerleştirdim.