Bölüm 32

5.2K 242 580
                                    

Geçsem de gölgesinden tankların, tomsonların

Şuramda bir kuş ötüyor






Gözlerini tabağından kaldırmaya, ailesinin yüzüne uzun uzun bakmaya veya konuşurken bir lafı uzatmaya cesaret edemiyor, yemeğiyle meşgul olmaya çalışıyor ama aslında heyecandan mı, utançtan mı kendisi de bilemeyerek, iki lokmada kesiliyordu. Zihninde o güven veren, ikna edici ve yumuşacık tınısıyla hep aynı ses: "Biz utanılacak bir şey yapmadık, Beren, ne yaptıysak sevdiğimiz için yaptık."

Muzaffer Bey bir ara, babaca bir yoklayışla ve bütün işkillerden uzak, "Eve çok geç saatte girmediniz inşallah?" diye sordu. Beren suçlu gözlerini ona çevirdi: Şimdi ona nedense pek masum görünen, kızının dün gece bir erkeğin kollarında olduğundan habersiz, onu güvenilir bir arkadaşın evinde zanneden, kendince, elinden geldiğince korumacı babası. Bu adam kimden korumalıydı kızını; kötü niyetlerin hiç uğramadığı bir âşığın sevgi dolu, büyüten dokunuşundan mı? Gözlerini kaçırdı.

"Yok canım... Dersten sonra sinemaya gitmiştik, biraz dolaşıp eve gittik." Bu evde Suat için en son kim bilir ne zaman yalan söylemişti ve aylar sonra yine böyle suçlu hissettiren, ama ne yapsın işte, arada bırakan bir yalanın içindeydi. Babasının, tıpkı aylar önce onu muhalif bir gazeteyi okumaktan, odasında saklamaktan dolayı azarladığı, o gazeteyi sert sert katlayıp orada bir sineği öldürmek ister gibi hırsla duvara vurduğu akşamdaki gibi, şimdi de kızın önündeki bardağı veya başka bir şeyi, her neydiyse, tutup duvara çalacağını, ona, "Kimin koynundaydın? Bir anarşistin koynunda mıydın?" diye bağıracağını zannediyordu. Öyle tuhaf, yersiz hatta dramatik bir korkuydu işte; bilmiyordu, babası öyle bir adam mıydı, tutuculuğu nereden başlayıp nereye gider ve neleri kapsardı. Sahi, öğrenmiş olsa ne tepki verirdi; bunun merakıyla adamın yüzüne bakıyor ve kafasının içinde Suat'ın "Biz utanılacak bir şey yapmadık," deyişini dinliyordu, "Ne yaptıysak sevdiğimiz için yaptık." Gözleri babasından annesine, annesinden babasına mekik dokurken bu kez başka bir meraka kapıldı: Bu insanlar birbirini sevmeyi bırakalı ne kadar olmuştu? Onlar için elbette aşktan önce düşünülüp korunması gereken kim bilir kaç şey vardır; aşk şımarıklığa bir bahaneymiş, bir lüksmüş gibi en sondadır.

Babası onun meraklı gözlerini yakaladı ve ala çalmış yüzüne baktı. "Kızımda bugün bir güzellik var," diye inceledi onu. Özlem, korku ve belirsizlik günlerinin bitişi ve her şeye rağmen mutluluk, kızın tenine bir tazelik, canlılık vermişti. Sanki öpüle öpüle canlanmıştı, sevile sevile. Utana sıkıla tebessüm etti ve ablasıyla göz göze geldiği anda bakışlarını direkt önüne indirdi.

"İki gündür görmedin ya, sana öyle geliyordur."

"Yok, yok," dedi annesi, "Yüzüne kan gelmiş, can gelmiş." Beren bu denli fark edilmekten bunalmış, tedirgin de olmuştu. "Eee..." dedi Dilruba Hanım, "Onun keyfi yerinde olmasın da kiminki olsun? İclal'in evinden çıkıyor, Ayla'nın evine gidiyor; bu yaşta arkadaş böyle kıymetlidir."

"Arkadaş her yaşta kıymetlidir, anne," dedi Beren kendisini merkeze alan bu konuşmaların artık son bulmasını dileyerek.

"Yaş kırk beş olunca insanın arkadaşı mı kalıyor?" dedi kadın iç geçirir gibi. "Herkes bir yerlere dağılmış."

Masaya Beren'in dilediği sessizlik çöktü. Çünkü gerçekten, herkes bir yerlere dağılırdı. Yolun sonunda, bugün yanında olanların kaçı yine onunla olacak? Herkes bunu bilmeden, bilemeden, öngöremeden yaşar. Hatta bir yerlere dağılmak için yaşın kırk beş olması da gerekmez. Beren, Suat'ın ve Asım'ın bir gidip aylarca dönmediği, Tahsin'in cezaevinde yattığı, Ayla'yı, Feraye'yi daha az görür, hatta kimilerini, örneğin Hüseyin'i hiç görmez olduğu şu birkaç aylık zaman diliminde dağılmanın keskin olmayan, küçük bir provasını denemişti. "Biriniz varsanız biriniz yoksunuz, bıktım sizden!" Ama bu neydi ki? Hayat dağılmalarla, sonra yeniden toplanmalarla doluydu veya hiç toplanamayıp iyice ayrı köşelere savrulmalarla.


Nereye Uçar Turnalar?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin