"Aman Tanrım," dedi Willow, annesine bakarken. Lily Brown hep güzel bir kadın olmuştu. Annesi, yaşlandıkça daha da güzelleşen insanlardan biriydi ve Willow bu konuda ona çektiğini umuyordu.
"Çok güzel olmuşsun," diye fısıldadı genç kadın, gergin duran annesine bakarken. Annesi, bütün bu düğün olayları başladığında, fikre tamamen karşı çıkmıştı. Gelinlik bile giymeyi düşünmeyen Lily, aile arasında sade bir seremoniyle olayı atlatmak istiyordu.
Ancak Lizzy ve Willow, buna izin vermemişlerdi.
Annelerinin en iyiyi hak ettikleri konusunda diretmişlerdi ve ona, hayallerindeki düğünü yaşatmak konusunda kararlılardı.
Bu yüzden düğünün düzenlendiği, neredeyse bir saray büyüklüğündeki otel tamamen kapatılmıştı. Lily kendisine ihtişamlı bir gelinlik tasarlamıştı ve şu an aşağıda, yaklaşık beş yüz kişi vardı. Listeyi olabildiğince kısıtlı tutmaya çalışsalar da en çok bu kadar daraltabilmişlerdi.
Sabahtan beri süren koşuşturmaca yüzünden Lily'e bakamayan Willow, kadının dantelli, kabarık olmayan eteğiyle yerlerde sürünen şık gelinliğine baktı. Sonra onun, kahverengi saçlarının şık topuzuna ve makyajına bakan Willow'un ağzı beş karış açıktı.
Lizzy'nin kahkahası kulaklarına ilişti. "Öyle bakıp durma, Willow. Seremoni başlamak üzere. Aşağı inmemiz gerek."
Willow bunun üzerine başını salladı ve odadan, ablasıyla birlikte çıktı. İkisi de nedime kıyafetleri olarak bordo renk giyinmişlerdi ancak elbiselerinin farklı olduğu söylenebilirdi.
Annelerinin heyecandan bayılmak üzere olduğunu anladıklarında aralarında duygusal bir konuşma geçse de, birkaç resim ve birkaç kadeh şampanyadan sonra Lily biraz rahatlamıştı.
Yaklaşık bir saat sonra Willow, içkisinden büyük bir yudum alarak dans eden annesine ve ona büyük bir hayranlıkla bakan Oliver'a baktı. Oliver kadının belini sıkıca tutuyordu, giydiği damatlık onu her zamankinden daha şık göstermişti ve adamın lacivert gözleri, parlıyor gibiydi.
Willow hafifçe gülümsedi. Annesinin mutlu olduğuna en ufak şüphe yoktu ve bu, Willow'u çok mutlu ediyordu.
Bakışlarını çeviren Willow, dans edip, eğlenen insanlara baktı ve ablasını görmeye çalıştı. Birkaç dakika sonra Lizzy'nin bir çiftle konuştuğunu gören Willow, başını sallayarak çikolatalı pastadan büyük bir parça aldı.
Düğünleri hiçbir zaman çok sevmemişti ama bu akşam bir peri masalındaymış gibi hissediyordu. Annesi için o kadar mutluydu ki, ayaklarının yere değmediğine emindi. Üstelik bu iyi ruh hali Willow'da nadir olduğundan, genç kız birazdan kalkıp çılgınca dans etmeyi bile düşünüyordu.
"Willow?"
Willow başını döndürdü ve kalbi gümlemeye başladı.
"Leo?" dedi, sandalyesinden kalkarak. Şapşalca etrafa bakınan Willow, önündeki takım elbiseli adamın burada ne işi olduğunu anlamıyordu.
"Çok güzel bir seremoniydi," dedi Leo, gülen gözlerle Willow'a bakarken. Willow ise onu tekrar görmenin verdiği şaşkınlık, adamın sesinin üstünde yarattığı etki ve bu düğünde ne işi olduğunu sorgulayan düşünceler arasında sıkışıp kalmıştı.
"Teşekkür ederim," dedi Willow, onu ne seremonide ne de biraz önce görmüştü. Leo, bunu anlamış gibi gözüktü.
"Biraz arkalarda oturuyordum," dedi, kızın sorgulayan bakışlarını anlamışçasına. "Daha önce gelip seninle konuşmak istedim ama başın çok kalabalık gibiydi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEO
RomanceHollywood'un en ünlü ailesinin en içe kapanık bireyi Willow Brown, bir partide aylar önce gördüğü adama vurulur. Leo Hunt, ünlü bir aktör, yazar ve Willow'un gördüğü en yakışıklı erkektir. Üstelik o mükemmel sesiyle kendisine Jane Austen'den alıntıl...