Uygar'ın kızgınlığına en baştaki duygusal konuşmalarım çare olmuştu, onun küfürlerini susturmuştu ama gittin sandım dediğinde daha da kabaran duygularım, nereye gidebilirim öfkem, sevgi oyunumun süslü sözlerini ettirmemişti. Onun yüzünden biten okul hayatımı dillendirerek, suçlayıcı konuşmuş, üstelik al hesabını Uygar, sende kurtul bende kurtulayım bu kısır döngüden sözlerim, bıkkınlığımı da belli etmişti.
Belki de beni etkileyen, yakıştırıldığım güzel sanatlar ya da saygın bir mesleğin, niye olamadım kısmıydı. Kaçırdığı geleceğimin öfkesiyle, daha da ileri giderek, ondan sonsuza kadar gittiğimi söylemiştim. Karşılık olarak en son söylediği sözleri daha çok küfürlü tehdidinin içeriği, suskunluğumun da nedeniydi...
Kabaran duygusallığımın asiliği, sevgi oyunumun eksikliği onun uzun zamandır beklediği fırsatı doğurmuştu.
Her yaptığım hatada olduğu gibi bütün bu sitemli sözlerimde onun karanlık yönüne fırsattı. Suskunluğuma neden olan bu fırsatın küfürlü tehdidinde; sevdasının bile önüne geçen karanlık zevklerinin materyali olmak vardı. Ardından gelecek şiddet hesabının acısı...
Geceden beri yüreğime çöreklenen karanlığın, her bir duygumu bütün benliğimi vakumlar gibi dibine kadar çekmesine, bilerek izin vermiştim. Aynı süreçte, kırık cesaretimi de beslemiştim. Şimdi, elimdeki bu küçücük silah, az sonra her şeyi sonlandıracak beni bu kısır döngüden kurtaracaktı. Beslediğim cesaretin beni getirdiği nokta işte buydu. Direnmemin artık bir nedeni de yoktu...
Aldığım bu kararın, o kadar çok sebebi vardı ki annemin mezarı başında olmam, ona sarılarak olacak olması, sadece hızlandırmıştı.
Her yeni güne daha beter tekrar eden bir yaşantının, mide bulandıran aşağılık hissine daha fazla katlanamazdım. Bir umut diye koştuğum kurtuluş yollarının her defasında çıkmaz yollara dönüşmesi, iflah olmayan kalbimin acılar içinde kıvranması da artık kâfiydi.
Kalbime de o kadar çok kızgındım ki Derin olamayacağımı söylediğinde, Yaman'ın son resmini çekmiş olmasına rağmen, hatta arkasını dönüp gittiğini görmesine rağmen, neden hala acılar içinde kıvranıyordu ki? Neden yamalı haline aldırmıyor, çocukluğumdan beri mücadelesini sonlandırmıyordu? Tam üstüne dayadığım silahı hak etmemiş miydi? Biriktirdiği bütün kırıklıklarımın hepsini birden yok etmek, benim için kurtuluşun en zevkli yolu değil miydi?
Karanlıktan beslediğim cesaretim, vakumlanmasına izin verdiğim her bir duygumun hissizliğe dönüşmesi de amacına ulaşmıştı. Çünkü elimde ki silahın tetiğine yerleştirdiğim parmağım artık hiç titremiyordu. Sadece annemden sonra hayata edeceğim, alaycı vedayı bekliyordu.
Yağmurun başlaması Tuna'yı buraya getirir mi? Tek endişemin aceleciliğiyle hayata edeceğim küfre hazırlanırken, birden elimden çekilen silah ve aynı anda, "Derin ne yapıyorsun?" bağırışı, öylesine korkutmuştu ki beni, her bir zerrem buz kesmiş, hayatın canlı kanlı dile geldiğini sanmıştım. Yukarı kaldırdığım gözlerim bunun daha da gerçek olabileceğine inanamıyor, karşımda Yaman'ı görmenin şoku buz kesen her zerreme yayılıyordu.
Yine arsız kalbimin sesini duyuyordum. Acımasızca göğsümü yarmaya çabalıyor arada yaydığı acı dalgalar, yorulduğunu, her an duracağını, belirtiyordu. Belki de durmuştu!
Titreyen sesimle onu tanımadığımı, neden geldiğini söylemeye çalışmam aslında yaşıyor muyum? Öldüm mü? Kendimi de kontroldü.
Yarım ağız tebessümüyle, "Güzelim, ben seni tanıyorum yetmez mi?" demişti. Tedirgin bakışlarımın eşliğinde dizlerini yere koyarak tam önüme oturdu. Onun bana yakın oluşu, diz dize duruşumuz üstelik ellerimi tutma isteği, bütün hissiz duygularımı anında kendine getirmişti. Hemen karşı koyarak, ellerini itekledim. Kaçmaya çalıştım.
"Neden buradasınız? Lütfen, lütfen biri sizi görmeden gid..."
"Derin sakin ol, sadece konuşmak için buradayım"
Yağmurun ıslattığı toprağın çamur zemine dönüşmesi, kaymama neden oluyor, kollarımda ki güçlü baskısı kalkmamı da engelliyordu.
"Ben Derin değilim, bırakın beni"
"Konuşalım lütfen dur! Derin değilsen de konuşmak, sana yardım etmek istiyorum, lütfen dur artık!"
Çırpındıkça gözümü kapatan saçlarım onun kurmaya çalıştığı göz temasını engelliyordu ama yükselttiği sesiyle iki elimi de elinin içine hapsetmeyi başarmıştı. Bu açıklanması zor görüntünün üstüne Tuna gelebilirdi daha kötüsü Uygar ve adamları her an gelebilirdi. Bir an önce gitmeliydi.
"Benim yardıma ihtiyacım yok, gidin buradan!"
"O hasta beyinli gelir diye mi korkuyorsun?"
"O ya da başkası, dün gecede yeterince sorun çıkardınız zaten, lütfen gidin, içinden çıkamayacağım durumlara daha fazla sokmayın beni, lütfen" Bir an önce gitmesi için yalvarır gibi söylemiştim.
"İçinden çıkamadığın durumdan nasıl çıktığını az önce gördüm ben! Hayatını sonlandırmak mı? Bulduğun çözüm bu mu? Bu yaptığına inanamıyorum! Bunu nasıl düşünürsün?"
Hesap soran bağırışlarına ne verecek cevabım nede sabrım vardı, üstelik ellerimi kurtarma çabamın sonuçsuzluğu da beni iyice yormuştu. Yağmurun sırılsıklam etmesi, çamur içinde olmamda cabasıydı.
Benden sorularına cevap gelmeyince, "Kahretsin" mırıldanışı, içten oflayışı, kendisiyle mücadele verir gibiydi.
"Bak Derin, ben sana yardım etmek istiyorum" dedi.
Konuşması biraz daha sakinlemiş olsa da ne yardımından bahsediyordu da bir an önce gitmiyordu? Ayrıca anneme konuştuklarımı da duymuş muydu? Ne kadar zamandır arkamdaydı? Daha önemlisi yardım edeceğini söylemekle, Zaferin o gece yapmaya çalıştığı son bir iyilikten mi bahsediyordu. Uygar beni zorla tutuyor diyecektim ve Uygar hapse girecekti. Bana da son bir iyilik yapmış olacaklardı. Yardım dediği bu muydu?
"Nefes alamıyorum artık dedin. Yaşadıklarım her gün daha beter tekrar ediyor dedin. Oyun oynamaktan, yalan olmaktan çaresizliğimden çok yoruldum diyen sendin az önce! Bütün bunlar ne demek oluyor? Ben bunların hepsini duydum! Derin lütfen güven bana. Kimse seni çaresiz bırakamaz, anlıyor musun? Kimse... Kimse seni zorlayamaz, yapmak istemediklerini yaptıramaz sana! Ben buna müsaade etmem... Sana yardım edebilirim inan bana, dur artık!"
"Ben sizi tanımıyorum! Neden anlamıyorsunuz? Hem siz kimsiniz ki bana yardım edeceksiniz! Benim yardıma falan ihtiyacım yok! Neden hala Derin diyorsunuz bana, adım Gülümse benim! Derin kim bilmiyorum ama onu bulun, belki onun gerçekten yardıma ihtiyacı vardır"
Ayağa kalkma çabamı ellerime yaptığı güçlü baskı tekrar durdurdu. Verdiğim uğraş bütün gücümü tüketmişti, aynı zamanda aşağı çekilen bileklerim acıyordu.
"Ben seni tanıyorum. Sen de beni tanıyorsun ama hatırlamıyorsun. Düşmüştün, başını çarpmıştın, birlikte yaşadık, sen hafızanı kaybetmiştin inan bana hepsi gerçek. Bak beni tanıdığını sana gösterebilirim" Yine sakinleşen konuşmasında bizden bahsediyordu. Yorgunluğum ve ne gösterecek merakımla şimdilik onun sakinliğine ayak uydurdum.
"Sakin ol tamam mı?" Tek eline iki elimi sığdıramayınca, acıyan bileklerimi sıkıca kavradı. Sakin duruşuma yine de güvenmiyordu. Diğer eliyle cebinden çıkardığı telefonunu karıştırarak, göz hizama tuttu.