Başına geleceklerden habersiz bir genç kız...
Esrarengiz bir adam...
Şaşırmaya hazır mısınız?
Hiç umulmadık bir yerde kesişen yollar...
Hayal ötesi bir teknoloji, umulmadık bir aşk
Hiç beklemediğiniz bir son...
Sizin hayalleriniz ne kadar gerçekç...
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bir süre daha bomboş, ıssız yolda ilerledikten sonra arabayı uygun bir yerde, yolunkenarına çekip durdum.
Çantayı açıp içindeki aletlere baktım. Dora, bana üst taraftaki küçük bölmede içindekilerin nasıl kullanılacağını gösteren küçük bir kitapçık olacağını söylemişti.
Elimi bölmede yavaşça gezdirip kitapçığı buldum. Açıp içindeki yazı ve şekilleri dikkatle inceledim.
Bu kadar kısa sürede ne kadar iyi öğrenebileceksem onu deneyecek elimden gelenin en iyisini yapacaktım.
Bir süre baktıklarımı hafızama kazımaya çabaladıktan sonra aletleri sırasıyla ceketimin ceplerine yerleştirdim. Artık burada işim bitmişti.
Arabayı tekrar çalıştırıp yola koyuldum. İçimden tüm yol boyunca da bir terslik olmaması için dua ettim.
Bir süre daha gittikten sonra üzerinde Alsancak yazan yönlendirme levhaları yol kenarında belirmeye başladı. Tabelaları takip edip, tren garına doğru ilerledim.
Gara yaklaştığımda, arada biraz mesafe bırakarak arabayı yol kenarına park edip kontağı kapattım. Derin bir nefes alıp, deli gibi çarpan kalbimin heyecanını bir parça olsun yatıştırmaya çabaladım.
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Arabadan inmeden önce etrafı dikkatlice kontrol ettikten sonra kapıyı açıp arabadan yavaşça aşağıya indim. Ceketimin fermuarını boğazıma kadar çektim.
Korkudan titreyen bacaklarımın üzerinde durmaya bile zorlanıyordum ama cesur olacaktım. Bunu John için, Susan için, dahil olduğumu söyledikleri ve artık kendimi de bir parçası gibi hissettiğim, ekibimiz için yapmaya mecburdum.
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Binaları kendime siper edip, garın tam karşısındaki sokağa kadar dikkatlice ilerledim. Sokağa girmeden önce başımı gizlice uzatıp sokakta kimse var mı diye kontrol ettim. Yol bomboştu. Etrafta hiç kimse görünmüyordu.
John'u çağırdıkları binanın önüne gelip durdum. İçeriden çıt çıkmıyordu. Ne bir ses, ne bir nefes ne de bir kıpırtı, hiç bir şey yoktu. Geceye sessizlik, sadece sessizlik hakimdi.
O an durup, bekleyip, beklememek konusunda biraz düşündüm ancak karar vermem zor olmadı. John ve Susan oradaydı ve bana ihtiyaçları vardı.
Kapıda durdum, tam tokmağına elimi koyduğum anda birden açık olan pencereyi fark ettim. Sessizce yaklaşıp cama tırmandım ve içeriye girdim.
Odanın içi karanlıktı. Kapısıdaki küçük aralıktan içeriye giren loş ışık odayı aydınlatıyordu. Yavaşça yaklaşıp aralıktan dışarıya baktım.
Dar uzun bir koridorda koyu esmer tenli irice bir adam bir o başa bir bu başa volta atıyordu. Adam benden oldukça kuvvetliydi. Onu alt etmem imkansız gibi görünüyordu, hem de kimse duymadan. Bu yüzden yanımda getirdiğim şok cihazıyla adamı etkisiz hale getirmeyi deneyecektim.
Nefesimi tutup cebime elimi attım. Cihazı çıkartıp bakarken, bir yandan da kullanım kılavuzunda yazanları aklımdan geçirdim. Bunlar sıradan cihazlara göre daha üstün özellikleri olan özel tasarlanmış aletlerdi.
Hazır olduğumu hissettiğim zaman odada küçük bir ses çıkarıp kapının arkasına saklandım. Adam sesi duyup, kontrol etmek için odaya geldi.
Önce etrafı dikkatlice inceledi. Olduğum yerde nefesimi tutup sessizce bekledim.
Odada kimse olmadığını düşününce de bu kez açık olan pencereye doğru gidip kontrol için camdan dışarıya baktı.
İşte tam o sırada arkasından hızlıca yaklaşıp cihazı ona tuttum.
İşe yaramıştı. Cihazın etkisi beklediğimden daha da güçlüydü. Adam oracıkta dizlerimin üzerine yığılıp yere düştü. Ağzını bantlayıp, onu bir güzel bağladıktan sonra aşağıya kadar uzanan perdeyi üzerine doğru çekip adamı arkasında sakladım.
Orada durmuş yaptığım işe bakarken bütün bunları bu kadar soğukkanlılıkla yapabildiğim için gururlandım.
Burada işim bitmişti. Kapının yanına gidip sessizce etrafı tekrar kolaçan ettim. Ortalık boştu.
Korkudan titreyen ellerimle kapıyı yavaşça açıp odadan dışarıya çıktım ve ardımdan eskisi gibi tekrar kapattım. Koridorda parmak uçlarıma basarak sessizce ilerledim.
Koridorun sonuna vardığımda başımı yavaşça uzatıp üst kata uzanan merdivenlere baktım. Kimse görünmüyordu ama üst kattan sesler geliyordu.
John'da az önce gelmiş olmalıydı fakat yine de acele etmeliydim. Gümbür gümbür çarpan kalbime aldırmadan, nefesimi tutup üst kata çıkan merdivenleri tırmanmaya başladım.
Üst katta üç oda ve bir banyo vardı. Şanslıydım çünkü biri hariç diğer odaların kapıları açık ve boştu. Onlara bir çırpıda göz atıp temiz olduklarını anladıktan sonra yavaşça kapalı olan kapıya doğru yaklaştım.
İçeride ne oluyordu, kaç kişi vardı bilmiyordum. Bildiğim tek şey vardı, ben tek başımaydım ve başarmak zorundaydım. John'u ve Susan'ı o adamların ellerine bırakamazdım.
Başımı usulca kapıya yaslayıp içeriden gelen sesleri dinledim.
John'un sesini duydum önce. "Bırak kızı gitsin, bak geldim işte. İstediğin gibi yalnızım da. Senin sorunun benimle, o zaman kızı karıştırma."
Sonra da Mike Brown'ın sesini duydum. "Yağma yok Carter. O kadar kolay değil. Önce silahlarının hepsini bıraktın mı bir bakalım. Arayın üzerini şunun çabuk!"
Tanrım, onun üzerini arıyorlardı ve o sırf Susan için buna göz yumuyor, sesini çıkarmıyordu. Bunun onu ne kadar incittiğini düşündüm bir an. İçim burkularak acıyla sızladı.