Arta kendine geldiğinde Daniel büyücü kulesinden verilen parşömenleri inceliyor, aradıklarının haritada tam olarak nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Uyanır uyanmaz içgüdüsel olarak öksürmeye başlayan gözleri bağlı Arta, Daniel'in irkilmesine sebep oldu.
" Sonunda uyandın " dedi Daniel, gözlerini kağıtlarına geri çevirerek.
Öksürmesi sonunda durduğunda Arta panikleyerek kollarını ve bacaklarını bağlardan kurtarmaya çalıştı. Fakat dikkatlice hazırlanmış olan düğümler kolay bir şekilde açılmayacaklardı.
" Sakinleşmek dışında bir şey yapamazsın " dedi Daniel elindeki kitaptan bir sayfa daha çevirirken.
Kadın, genç büyücüyü hiç dinlemeden olduğu yerde debeleniyordu. Arta hareket ettikçe çıkarttığı ses büyücünün dikkatini dağıtıyordu. Ayaklarını kafesin direklerine vurarak çıkardığı ses genç büyücünün sinirini bozmakla yetinmiyor, herhangi bir şeye odaklanmasını odaklanmasını imkansız hale getiriyordu. Daha fazla dayanamayan Daniel hızlı bir şekilde ayağa kalkarak kadına doğru döndü.
" Kafesten, o bağlardan kurtulunca ne olacak sanıyorsun! Seni hemen öldürmek için can atan onlarca adam var etrafında " dedi anlık bir sinirle.
Yaratık Daniel'in bağırmasının karşısında olduğu yerde küçülmüştü sanki. Dizlerini karnına doğru çekmiş. Kafasını vücuduna doğru yaklaştırmıştı. Oluşan sessizliği bozan tek şey Artanın zor duyulan tıslamasıydı.
Arta dikkat çekici bir şekilde hızlı hızlı nefes alıyordu. Daniel'den korkan ilk canlı olabilirdi ama genç büyücü, korku işaretlerini anlayacak kadar çok insan görmüştü. Daniel derin bir nefes alarak kendini sakinleştirdi. Kafesin önünde, kadının başının yanına çömeldi.
" Bizi ne kadar süredir izliyordun ? " dedi.
Kadın kısa bir süre tıslamak dışında bir ses çıkarmadı.
Daniel " Burada ne yaptığımızı biliyor musun ? " diye sordu daha yumuşak bir ses deneyerek.
Soluk yeşil renkli kadının koyu kırmızı dudakları sıkıca kapanmıştı. Daniel daha samimi bir sesle konuşmaya çalıştı.
" Bana yardımcı olursan seni serbest bırakabilirim. " dedi.
Kadın yine herhangi bir şey söylemedi.
Daniel'in canı sıkılmıştı. Babasındaki ikna yeteneğinin kendisinde olmadığını bir kez daha anlamıştı. Onunla konuşup bir şeyler öğrenebileceğini umuyordu. Ama görünüşe göre zaten bildiğinin dışında yeni bir bilgi öğrenemeyecekti.
Daniel " Beni dinle " diyerek başladı cümlesine. " Tuhaf bir hayvan olmadığın gayet açık. Sana bu yüzden bir hayvan gibi muamele etmeyeceğim. Ama gözlerini açtığımda eğer beni ya da herhangi birisini taşlaştırmaya çalışırsan seni öldürmek zorunda kalırım. " dedikten sonra parmaklarını Kadının göz bandının üzerine koydu.
" Kendimi sana anlatabildim mi ? " dedi tekrar samimi bir ses tonu kullanarak.
Daniel çok becerikli bir diplomat olmayabilirdi ama sesini kontrol etmeyi iyi biliyordu. Kadın herhangi bir şey söylemediğinde Daniel daha sert, tehditkar bir ses kullanarak " Anlaşıldı mı ? " diye tekrarladı.
Kadın sonunda konuşarak " Tamam " dedi. Sesini kendine emin çıkartmaya çalışmıştı ama korkusuna yenik düştüğü için istediğinden çok daha ince ve zayıf çıktı. Sonunda konuştuğunu duyan Daniel, artık karşısındakinin bir arta olduğundan emin olmuştu. Kadın ortak dili kullanmasına rağmen sesi insansı değildi. Bir insana göre pürüzlü çıkıyordu. Yine de ne dediği anlaşılabiliyordu.
Daniel Arta'nın gözlerini açtığında sonunda genişçe bir çadırın içinde olduğu anlaşıldı. Kimisi boş, kimisi dolu onlarca parşömen zemine saçılmıştı. Çadırın ortasında geniş bir minder, minderin etrafında bir sürü kitap vardı. Çadırın toprağa dokunan zeminini kaplayan birbiri üzerine dikilmiş kahverengi ve beyaz tona sahip deriler, toprağın pisliğini dışarıda tutuyordu. Çadır tepesine doğru yükselirken ortadaki küçük açıklıkta birleşiyor, içerideki fenerlerden ve mumlardan çıkan dumanın dışarı çıkabilmesi için küçük bir delik ile tamamlanıyordu.
Artalı etrafa bakarken Daniel'in kendisine baktığını gördüğünde gözleri birbirine kilitlendi. Bir süre için sessizce beklediler. İkisinden de bir hamle gelmediğinde Daniel ayağa kalkarak " Bir ismin var mı ? " dedi.
Artalı dudağının kenarını hafifçe ısırdı. Konuşmak istiyordu ama görünmez bir güç onu engelliyordu. Sonunda bu gücü yenerek " Pheiada(Heida)" dedi. Daniel soylu birisini karşılarca hafifçe eğilerek " Daniel. Sonunda tanıştığımıza memnun oldum " dedi.
Cümlesini bitirdikten sonra aralarındaki tuhaf havayı bozmak için Daniel ellerini ovuşturarak " Artık birbirimizi tanıdığımıza göre seni dinlenmen için yalnız bırakacağım " dedi. Yavaşça arkasını dönerek minderin üzerine oturdu ve önündeki kitaplardan bir tanesini açarak çalışmasına devam etti.
Güneş ufukta görünmeye başlarken Daniel hala çalışıyordu. İşaret parmağını yere serilmiş olan haritanın üzerine koyarak düzenli bir şekilde hareket ettiriyordu. Açıklığa kamp yaptıklarından bu yana iki hafta geçmişti. Normalde olması gereken, bir önceki keşifler sırasında not alınan her yere bakmışlardı. Şimdiye kadar bulmuş olmaları gerekiyordu.
Will elinde bir kapla içeri girdiğinde Daniel onu fark etmedi. Fakat Will Pheiada'nın açık olan ve kendisine tehditkarca bakan gözlerini anında fark etti. Yüzü ekşi bir limon yemiş gibi büzüştü. Panikleyerek gerilemeye çalışırken ayağı yerdeki halıdan kayarak düştüğü için elinde tuttuğu çorbayı yere dökmüştü. Bir yandan geri geri emekleyerek bir yandan da parmağı ile Arta'yı işaret ederek " Göz... Gözleri..Gözleri açık" diye Daniel'e sesleniyordu.
Daniel oturduğu yerden hiç kalkmadan yüzünü çevirip Will'e doğru baktı. Will çadırın ucunda duruyor gözlerini kapatmış bir şekilde savunmasız bir çocuk gibi bekliyordu.
" Merak etme, her şey yolunda " dedi Daniel tekrar kendi işine dönerek.
Will bir kaç saniye daha bekledikten sonra yavaşça kolunu indirerek Arta'ya doğru baktı. Pheiada sinsi bir şekilde gülümsüyordu. Elleri arkadan bağlıydı ama kendini oturur pozisyona getirmiş, kafesin demir çubuklarına yaslanıyordu.
Genç Will ayağa kalkarak Pheiada'ya doğru korkak adımlarla yaklaşmaya başladı.
" Bir şey yapmayacağına eminsin değil mi ? "
Will hala nasıl hareket edeceğine emin değildi. İleri her bir adım attığında diğer adımı geriye doğru atılmaya hazırdı. Pheiada gülümseyerek genç denizciye bakıyordu. Sürekli hareket halindeki siyah saçları sürekli kıpırdıyor, düzensiz bir şekilde yavaşlayıp tekrar hızlanıyordu. Arta birden tısladığında Will belki de hiç koşmadığı bir hızla çadırın açıklığından dışarı fırlayarak gözden kayboldu.
Pheiada sessizce kıkırdayarak Will'in arkasında bıraktığı sessizliği bozuyordu.
" Onu öldürebilirdim " dedi kıkırdaması gülümsemeye dönüşürken.
Daniel tüm sakinliğini koruyarak " Sanmıyorum " dedi. Diye cevap verdi. Pheiada'nın bunu deneyecek kadar aptal olmadığına güveniyordu.
Pheiada acımaya başlayan bileklerini rahatlatmak için biraz oynattı. Ellerinin ve ayaklarının bağlı olmasına alışık değildi. " Öldürebilirdim " dedi, bağlarıyla uğraşırken.