"Draco şimdi hiç sırası değil." dedi Hermione ona yaklaşan genç adamdan kaçarcasına uzaklaşırken. Draco şuan hiçbir şeyi umursamıyordu. "Harry-" diye bağırınca genç kız durdu. Soluk soluğa kalmış genç adama dönmeden bekledi.
"Harry her şeyi biliyor." genç kızın aniden gözleri dolduğunda hızla Draco'ya döndü. "N-ne?" Draco hüzünle omuzlarını düşürdüğünde Hermione hızla Draco'nun önüne yürüdü. "Ne demek her şeyi biliyor?" Draco hayatı kararmışcasına gözlerini yere indirdi. Yarı öyleydi zaten.
"Ne-erede o? Nerede o?!" genç kız bağırmaya başladığında Draco onu durdurmaya çalıştı. Ama genç kızın ona olan tüm sevgisi bitmiş gibiydi. Gözlerindeki aşkın yerini yine nefret ve acı almıştı. "Onun ölmesine izin vermeyeceğim." genç kız Draco'dan kurtulup koşmaya başlarken kendi kendine ekledi. "Tek başına gitmesine izin vermeyeceğim." Hermione çıldırmış gibiydi.
Draco onun peşinden koştu. Ta ortak salona kadar durmaksızın koşan genç kız yorularak yere düşmüştü. Bağırarak ağlıyordu, hıçkırıyordu, lanet okuyordu.. Draco dolu gözleriyle yavaşça ona doğru eğildi ve kollarını yavaşça kızın küçük gövdesine sarıp onu kendine çekti.
Genç kız gözlerini ona kaldırdığında Draco'nun hissettiği tek şey genç kızın ona, arkadaş kalalım ayrılalım, diyeceğiydi. Bunun olacağını biliyordu. Çok geçmeden olacaktı. Bunu biliyordu.
Hermione gözlerini silerek geri çekildi. "Harry nerede Draco? Nerede o?" genç adam Hermione'yi yavaşça ayağa kaldırdı. Küçük yüzünü, kabarık saçlarını, kahverengi saçlarını, bilmiş davranışlarını, Hermione'yi özleyecekti. Yanındaydı, dokunamıyordu.
"Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum." genç kız yalpalayarak geri adımladı bir kez daha. Genç adamın gözlerine bakmaya korkuyordu. Çünkü artık Hermione'den bir şey taşımadığını sanıyordu. 'Benden vazgeçti, biz diye bir şey yok artık' deyip duruyordu içinden. En sevdiği insan hakkında bunları düşünmek içini yakarken, bir taraftan da buraya geliş nedenleri, bundan önceki yaşadıkları her şey..
Genç kız gözlerini tekrar sildi. Bu kadar bağırarak ağlamasının en önemli nedeni Draco'yu da kaybetmesiydi. Belki tam olarak kaybetmiş sayılmazdı ama artık eskisi gibi olmayacağını biliyordu hiçbir şeyin..
Olsaydı onu öperdi, değil mi? Onu öperdi, kendine çekerdi, seni hala seviyorum ne olursa olsun seveceğim, derdi.
Genç kız burnunu çekti. Draco hala onu izliyordu. Gözlerini kanlanmış mavi gözlere kaldırdı. Hiçbir şey demeden birbirlerine baktılar sadece. İkisi de birbirinden habersiz, birbirlerinden vazgeçtiklerini düşünüyorlardı. Oysa ikisi de hala birbirlerine deli gibi aşıklardı. Genç kız gözlerini yere indirdi tekrar, konuştu ardından.
"Ben gidiyorum." genç adam şaşkınlıkla gözlerini büyüttü. "Nereye?" genç kız omuz silkti. Ve ellerini cebine koydu. "Burada daha fazla kalmamızın bir nedeni yok, Draco" az önce onun için ağlamamış gibi gözlerini genç adama kaldırdı. Bir karar almıştı, bunu gerçekleştirecekti.
Harry'nin tek başına gitmesine izin vermeyecekti.
Draco gözleri dolarken aynı acıyla Hermione'ye baktı. "B-bencede." Hermione derin bir nefes verdiğinde Draco ofladı ve elini saçlarının içinden geçirip geri adımladı. "Gidiyoruz o halde?" ağlamaklı bir sesle konuştuğunda Hermione sert sesini meydana sermişti. "Evet."
Birbirleri içinde bittiklerini düşünüyorlardı. Yanılıyorlardı. Onların gözlerini açacak bir şey olmalıydı. Bu illa birinin ölmesi anlamına mı geliyordu? Hermione gözlerini yere indirdi, indirdiği gibi iki gözünden de yaşlar akmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
(l'm) THE FALLOUT
Fanfiction"..Ona baktım, baktım, şu an, öleceğimi nasıl biliyorsam, o anda da onu bu dünyada görüp göreceğim, ya da başka bir dünyada bulmayı umut edebileceğim her şeyden çok daha fazla sevdiğimi biliyordum" ©Tüm hakları saklıdır.