Jules soru hakkımı kaybettiğime dair birkaç saçma sapan espri yaptıktan sonra gitti. Ruh hali o kadar çabuk değişiyordu ki ayak uyduramıyordum. Ayrıca bir ara sargılı koluma bakmış tam ağzını açmıştı ki diyeceği şeyden vazgeçti sonra bana yarın öğle arası yanına gelmemi söyledikten sonra yanımdan ayrıldı.
Kafam o kadar karışıktı ki, o gittikten sonra düşüncelerimden sıyrıldığımda ne kadar oturduğumu bilemedim. Saat dokuz buçuk gibi onun yanına gelmiştim. Şimdi ise saat on ikiye çeyrek vardı.
Saattin ne kadar geç olduğunu anlayınca önce çok şaşırdım. Çünkü çok uzun süre düşüncelere dalan saatlerin nasıl geçtiğini anlamayan bir insan değildim. Ayağa kalktığımda kalçam ve belim uyuşmuştu. Yatmak için odadan çıkacakken aklıma geldi.
On beş dakika sonra Frances ile tam burada buluşmam gerekiyordu. Aslında hiç ama hiç istemiyordum. Frances'i düşündükçe midem bulanıyordu. Bana aynı yalanı defalarca söylemişti oysa ki ben ondan hoşlanmıştım. Fakat intikam alacak kadar hastalıklı ya da aşağılık kompleksine sahip değildim.
Böylelikle ilk önce yüzümü yıkayıp sonra salona geri dönmeye karar verdim.
Tuvalate giderken aklıma bunu olayı kızlara söyleyip söylemeyeceğim geldi. Acaba ne yapmalıydım? Eğer onlara anlatırsam yardım alabilirdim. Bana ne yapmam gerektiğini söyleyebilirlerdi. Ama bir anda Lisa, Kimberly ve Janet'ın bunlardan haberi olmadığını hatırladım. Hepimizin arasında geçerli ilk kural şuydu: Sır saklamamak.
Juliet ve Zoe'dan yardım almayacaktım. Zaten benim yerime zor duruma düşmüşlerdi. Üstelik hepimiz iyi arkadaştık birine söyleyip birine söylememek arkadaşlığımıza zarar verebilirdi ya da durum yanlış anlaşılabilirdi.
Sonuç olarak kimseye bahsetmemeye karar verdim. Jules birine söylediğimi anlarsa bana lanet falan uygulayabilirdi.
Geri geldiğimde Frances'i oturduğum koltuğun karşısında buldum. Ayaklarını uzatmış, bir elini yumruk yapıp yanağının altına koymuş öylece oturuyordu. Yanan ateş beyaz tenine vuruyor onu olduğundan daha kusursuz gösteriyordu.
İçeri girdiğimde hemen beni fark etti. Gülümseyerek ayağa kalktı bana sarıldı. "Hoş geldin." dedi sıcak bir ses tonuyla. Gülümseye çalışarak 'hoş bulduk' dedim ama hemen ters giden bir şeyler olduğunu anladı. "Bir sorun mu var?"
"Hiçbir şey çaktırma." demişti Jules.
"Ah hayır. Sadece biraz başım ağrıyor." dedim İnanmışa benziyordu. "Nasıldı akşamın?"
Berbattı.
"Harikaydı." dedim koltuğa otururken. "Kızlarla kutlama yaptık bana en sevdiğim kekleri getirmişler Hogsmade'den."
"Senin adına çok sevindim. Kolun nasıl oldu?" dedi işaret parmağıyla kolumu gösterirken. "Daha iyiyim sadece birazcık sızlıyor. Yarın akşama bir şey kalmaz."
Külliyen yalan. Madam Hooch'un Quidditch yardımcısına tabi ki yalan söyleyecektim. Üç gün sonra takım yemeği ve antrenman vardı. Kolumun hala çok acıdığını söyleyip kendimi riske atamazdım. Anladığını belirten bir ifadeyle başını salladı.
"Seni buraya çağırmamın bir sebebi var." dedi sakin bir şekilde. "Özür dilerim her şey için. Bir daha öyle aptalca bir şey yapmayacağım yani seni bırakmak gibi."
Kaşlarım anında havaya kalktı. Beni bırakmamak mı? İşte bu fazla iddialıydı. Yüz ifademi görünce hemen kendini düzeltti. "Yani seni ekmek anlamında dedim. Yani şey... Evet, evet kesinlikle o anlamda dedim." Bu hali hoşuma gitmişti ve Frances baya telaşlanmış görünüyordu. Gülerek onu sakinleştirdim. "Sorun yok ben seni anladım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
quidditch
FanfictionKısa bir sessizlikten sonra Jules tekrar konuştu. "Bu yanlış gerçekten kötü bir şey." Belki de uzun bir sessizlik olmuştu ama bilmiyordum. Zaman kavramımı yitirmiş gibiydim. Soğuk resmen tenime işlemişti, aldırmamaya çalıştım. "Neden?" "Çünkü sade...