"Yollar adına yaşayan insanlar vardır. Bir yol çizerler ufka, sessiz ve sedasız. Yolun sonunu güneşe çeker, ipi gerer, hayatı cambaz ederler. Güneş kaplar ufku. İhtişamla parıldarken akşama doğru paleti boyar turuncu. Yollar uzanır, yıllar saklanır. Yolun sonunu ufka, güneşe çizenler; yarı yolda yorulur yılları kaybolur. Zamanın ipini elinde tutanlar, yolun eyerine anı koyarlar, ona sımsıkı tutunurlar. O vakit yıllar, yollara eşlik eder. Bu ufak bir sırdır. Anahtar sende saklıdır."
Hissetmek.
Ne demekti hissetmek? Yanlış olan çoğu şey vardı bu kara parçasında. İnsanlardır belki de en dayanılmaz yanlış olan. İnsanlar, kendileri ile bütün olabilecek ruh eşi ararlar. Hayatlarını bir ruha adamak için. Fakat şunu bilmezler,
Hiçbir ruhun eşi yoktur ki gökyüzünde.
Yazmaya çalışmak fakat yazamamak. Elin yazmak için dokunmaya çalışır fakat anında çekilirsin. İçinde o kadar birikmiştik vardır ki hangisinden başkayacağını bilmezsin. Hangi suçun cezasını çekeceğini bilemez hale gelirsin. Son kez, son kez yıldızları gördüm ve ondan sonraki tüm zaman durdu.
Her şey anlamını kaybetti. Yelkovan bana küstü, güneş karanlığa büründü.
Hiç istemediğim bir şekilde koyuyordum onu merkezime. Duygularım ile yönetiyordum kendimi. Gözlerim görüyor, tek acı dahi hissetmiyordum. Biz, biz olmaktan çıkmıştık. Tamamen farklı kimlikteydik.
Dokunmak istemedik rüyalara. Ölüm kadar rahatmış ayrılık.
Aylar ya da yıllar fark etmezdi. Fakat fark eden tek şey ikimizin de birbirinden gitmiş olmasıydı. Yoktu, yoktum, yoktuk.
Yine, yeni, yeniden.
Şu döngü...
Siesta'ya gitmeyeli fazla olmuştu. Çünkü ayağımı nereye atsam onu hissediyordum. Daha yeni alışmışken olmaz, kahretsin. Yine aklımda.
Biraz da olsun kafamı boşaltmak için dışarı çıktım. Terk edilen birçok ev vardı. Küçükken hep şunu düşünürdüm, acaba evler de üzülür mü? Onları terk eden insanlar alıştıkları bir yerden nasıl çabucak kopabiliyorlardı? Her geçtiğim eve gülerdim. Onlar da benim gibiydi.
Terk edilmiş ama mutlu. Terk edilmişliklerle birlikte, aynı hissi paylaşanlar da yalnız değildi.
Kulaklığımı taktım ve kendimi güneşe bıraktım. Yürüdüm, sadece yürüdüm. İlk defa alışılmışlıktan uzaktım. Kendimdim.
Güneş inzivaya çekilirken kendimi öylesine bir yere bıraktım. Tek istediğim gökyüzüne bakmaktı.
Gerçekleri hissediyorum. Hileden uzak, ilk defa gerçeği hissediyordum.
Oysaki benim yıldızım gerçeğimde saklıydı. Nefret işte, nefret kadar.
Zar zor ayağı kalktım kalan son gücümle ve yürümeye başladım. Her şeyin sonuna geldim. Düşünmek, görmek ya da hissetmek. Kalan son tanelerimle, kendi yarattığım dünyanın önünde durdum. Güldüm, sadece biraz olsun güldüm. İçimde kalan tüm gözyaşları teker teker gitti içimden. Oturdum önüne düşündüm sadece. Ellerime bakıyorum, yıllanmış birer kemik parçası. Ufak bir ışıltı gördüm, ayağı kalktım, tam da şu andan sonra düşünmeyi reddettim.
Küçük aralıktan geceyi aydınlatan küçük ışığa doğru yöneldim. Ayağımı attığım an, bir kuvvet beni içeri çekip sırtımı sertçe duvara yasladı. Ani sinirle gözlerimi açtığımda şapkalı birini gördüm. Ellerinden güç alarak bana yaptığının aynısını yapıp geriye doğru sertçe ittim. Telefonumun ışığını açtım. Karşımdaki simaya bakınca tamamen rüya olmasını istedim.
Bu gece bizim olsun, tamamen.
Bedenini sıkıştırdığım için hareket edemiyordu. Ani hareketle elinden tutup duvarın arasından çıkarttım. Telefonumun ışığını yüzüne doğru tuttum. Karşımda beklemediğim bir manzara duruyordu. Göz altları tamamen siyah, elleri yara ve üzgü-
Yalan. Tamamen yalan.
Gülüyordu. Delirmiş gibiydi. Sadece gülüyordu. Gözleri gözlerime değdiği andan itibaren. Sikeyim, hala gülüyordu.
"Aptal gibi gülmeyi ne zaman bırakacaksın?"
Söylediğim karşısında durdu, yaklaştı umrunda değilmiş gibi tekrar sırıtmaya başladı. Ağzından tek bir cümle çıktı:
"Merhaba Sentinel."
Öldürmek ya da ölmek. Yalan veya yalancı. Doğru ya da yanlış. Suç ve ceza.
Sadece ona bakıyordum, o ise elinde tuttuğu bıçağa. Arkamdan gelen kişilerin sesini duyduğum anda kolumdan kavradı ve yanına çekti. Elimden tuttu, o an bir film gerçekleşti.
Senden çıkamıyorum, bulamıyorum, sana bulanıyorum.
Kimden kaçtığımızı ve neden kaçtığımızı anlamaz halde ona ayak uydurdum. Sonra,
Bir geri dönüş daha.
Sabah uzunca baktığım, sadece tahtadan oluşmuş dahi olsa tüm her şeyini hissettiğim evin önündeydik. Hızlıca içeri girdi. Ben ise hala bakıyordum. Kendime, yaşadıklarıma.
Daha sonra düşündüm. Anlamı yokmuş gibiydi. Tamamen söndüğüm, karanlık olduğumdaydım. Sanki bir rüya gibiydi. Karşımda duran beden beni hızlıca içeri çekti ve bir odaya girdik. Nefeslerimizin çarpıştığı, gözlerimizin birbirinden ayrılmadığı dakikalardı. Elleri belimde, ellerim kollarındaydı. Ona tutunmasam sanki düşecek, bir daha kalkamayacak gibi hissediyordum. Kafasını boynuma gömdü. Kimseyi umursamadan kokumu çekti içine. Son isteği buymuş gibi, ilk kez görüyormuş gibi yahut özlemiş gibi. Elleri ellerimi buldu. O an ikimizin hisleri, tüm dünyaya dahi yeterdi. Dudakları dudaklarımı buldu. Sadece süreydi bizi ayıran. Ne aşıktık ne de nefret.
Zamanın durduğu anda dudaklarını benden çekti, gözlerime baktı. Ağzından çıkacak olan kelimeleri dinlemek istedim bir süre.
"Kokun kokuma karışsın, o an sende sarhoş olayım. Sen bende ol, bu gece bizim olsun. Tamamen."
Tek bir cümle dahi edemedim. Gözlerim doldu, sadece ensesine tutundum, gücümü ordan aldım. Ağlamamak için yemin etmiş gibi sıktım dişlerimi. O an bir kıkırdama sesi geldi. Kafamı kaldırdım gömdüğüm yerden, gülüyordu. Tek bir mimik ile bir çok duyguyu anlatıyordu adeta. Karnına vurdum, biraz daha güldü ve yüzü iyice boynuma girdi. Yıllarca sarılmak ister gibi bırakmıyorduk birbirimizi. Daha sıkı sarılırken içerden bir ses geldiğini duydum. Acıdan kıvranıyordu biri. Anında çekildim, gözlerimdeki ifade ile Jungkook'a baktım.
"Korkma, sorun yok güzelim."
Elimden tuttu, içeriye girdik. Karşımda öyle bir an vardı ki daha fazla tutamadım kendimi. Sessizce süzüldü gözyaşları.
Bir çocuk. Yıldıza benzer bir çocuk. Bir yatakta yatıyordu. Fakat birçok seruma bağlanmış, yanında tonlarca ilaç vardı. Gözüm anında bir yere takıldı. Uyuşturucu.
O an anladım Jungkook'un neden benden uyuşturucu istediğini. O çocuk. Kriz geçiyordu. Bağımlıydı. Tüm taşlar yerine otururken Jungkook hızlıca çocuğun yanına gitti. Elinden tuttu ve bir iğne yaptı. Uyuşturu değildi, sadece sakinleştiriciydi. Gözleri dolmuştu. Bir süre sonra uyudu yıldıza benzeyen parlak.
Yanına gittim, konuşma cesareti bulamadım ve sadece oturdum. İkimiz de karşımızdaki çocuğa bakıyorduk. Jungkook sırtını duvara yasladı, yaradan görünmeyen elleri,kan bulaşmış elleri ile yüzünü sakladı ve ağzından bir hıçkırık firar etti. İç çekişleri tüm odayı dolduruyordu. Aradan zaman geçti ve ben sadece yerde oturmuş, ellerim ile oynuyordum. Hiç beklemediğim bir anda ellerimi tuttu ve beni diğer odaya götürdü. Karşılıklı oturduk. Fakat ellerimiz hiç ayrılmadı.
"Park jimin. İçeride uyuyan kişi Jimin. Erkek kardeşim. Uzun bir süre önce uyuşturucuya başladı fakat sonu gelmedi. Sürekli içti, sürekli içti. Sonra bir gün kriz geçirdi, arkadaşları ise onu yarıyolda bıraktı. Tamamen bağımlı oldu. Ve şimdi de bu şekilde yaşamaya çalışıyor. Ben onu çok seviyorum Taehyung. Tedavi ettirmek istiyorum fakat hem onun hem benim peşimde tonlarca insan var. Korkumdan değil, ona bir şey olacak diye her gün ayrılmıyorum yanından."
Anlatıyor fakat içinden parçalar kopa kopa cümlelerini söylüyordu. Daha fazla konuşursa kalbi eriyip kül olacaktı. Ellerim ile gözyaşlarını sildim, başını öne eğdi, daha fazla yüzünü yasladı ellerime. İkimiz de birbirimize muhtaçtık.
"Halledeceğiz güzelim. İlk önce tedavi ettireceğiz, sonra buradan gideceksiniz. Korkma, sadece güven olur mu? Yıldız gibi bir çocuk Jimin. Sen ise ay gibisin. Korkma olur mu?"
Ellerim saçlarına gitti. Boynuma çektim biraz durduk öyle. Sonra içeriden bir tıkırtı geldi. Jungkook panik yapsa da sakin olmasını söyleyip beraber içeri girdik. Uyanmıştı. Beklediğimden daha güzel gözleri vardı. Elleri ve yanakları da öyleydi. Tam yatağının önüne oturdum jungkook da yanıma geldi.
"Nasıl başlasam bilmiyorum. Merhaba, ben Kim Taehyung. Abinin bir arkadaşıyım." Gözlerine hayran olmuş bir şekilde bakıyordum. Öyle güzel gözleri vardı ki. Daha sonra o da konuşmaya başladı.
"Memnun oldum. Ben de Park Jimin."
Konuşmakta öylesine zorlanıyordu ki içimden bir parça koptu resmen. Biraz bekledik öylece. Daha sonra gözlerini tekrar kapattı, yıldızları söndürdü. Tekrar üzerini örtüp içeri girdik.
Bu sefer ay karşıladı beni içeride.
Yanına oturdum. Sonsuzluğa yalvardım, hep böyle olabilmemiz için.
Ellerimi sarıp sarmaladı, gözlerini yumdu. Kokusunu içime çektim ve o sadece uyudu. Ben ise tüm gece onu izledim.
Her şey, tek bir şeyden ibaret değil miydi?
Hiç.