2066 KELİME OY VERİN YORUM YAPIN LNA
***
Ağzımı şapırdatarak iç çektim ve zar zor gözlerimi açtım.
Gözlerim yarım yamalak açıktı ve tam açılması için yüzümü yıkamam lazımdı. Yatağımdan her gün dövülmüş gibi kalkardım ve sendeleye sendeleye gözüm kapalı tuvaletin yolunu bulurdum. Genelde ilk ayağa kalkış biraz zor olurdu, ama ondan sonrası halledilirdi. Bu yüzden kendimi yatağımdan kalkmaya zorladım ancak kalkamadım. Çünkü üzerimde büyük bir yük vardı.
Ellerimi hareket ettirmeyi denedim, bu sefer de olmadı. Çünkü bir elim bir yere sıkışmıştı, diğer elimi oynatabiliyordum ancak sadece yüzüme çıkarabilecek kadar. Ben de sağ elimi yüzüme çıkardım ve gözlerimi ovarak açmayı denedim. Sonunda başardım. Ve başardığım an, beni yumuşak yastığım değil; Eunʼun göğüsleri karşıladı.
Korkuyla yine kalkmaya çalıştım ama üstümdeki yük o kadar ağırdı ki kalkamayıp Eunʼun göğüslerine sert bir şekilde düştüm. Benim düşüşümle Eun acıyla çığlık attı ve o da kalkmaya yeltendi, o sırada üzerimdeki yük (“üzerimdeki” daha çok popom ve sırtım arasındaki bölgedeydi) kıpırdandı.
“Ah- Noluyor ya?” Üzerimdeki yük, popoma yakın olan yük Markʼtı.
Eun acıyla inlerken ben de şu anki durumumuzu fark edip çığlık attım ve Markʼı tekmeledim. Benim kafam yan yatan Eunʼun göğüslerindeydi. Benim belimin arka kısmına kafasını gömüp yastık olarak kullanan Mark sol kolumun da üzerine yatmıştı ve vücudunun geri kalan kısmı dışarıdaydı. Bir santim daha oynasa popoma gidecekti. Bu yüzden onu daha sert tekmeledim.
“Kalksana lan! Kızın canı acıyor! Kalk!” Eun elleriyle göğüslerini tuttu ve ben belimi anormal bir şekilde zorlayarak kafamı kaldırdım, gitmesine izin verdim. O acıyla yana kıvrılırken ben yine kafamı aşağı düşürerek bu sefer sert zemine çene üstü çarptım. Aşırı derecede yanan canım bir yana, Mark sonunda kalkmayı akıl edebilmişti.
“Ne zaman uyumuşuz biz?”
Markʼın sorusunu görmezden gelerek ben de yana kıvrıldım Eun gibi. Ama onun aksine ben çenemi ve belimi tutuyordum. Markʼın kafasını gömdüğü yer sıcacık olmuştu ve huylandırıyordu ama müthiş bir ağrı da vardı. Belimi oynatmak için bacaklarımı hızla uzatayım dedim, ama bu sefer diğerlerinden daha sert olsa gerek, Markʼın ağzından bir çığlık koptu ve kıymetli bölgesini tutarak yan tarafa devrildi. Üçümüz de inleyerek ve halının üzerinde yuvarlanarak üç dakika geçirdik.
Beş dakikanın sonunda ise sessiz bir şekilde mutfakta oturuyorduk. Benim çenemde bir buz torbası vardı. Eun, göğsünün olduğu yerin birazcık üstüne havluyla beraber buz basıyordu. Mark ise eşofmanını değiştirmiş, onun yerine bir basketbol şortu giymişti. Ayrıca belim için de sıcak su torbası yapıp belime koymama yardım ediyordu. En az hasar alan o gibiydi. Tabii, bacaklarını kapatamamasını saymazsak.
“Birazcık daha aşağıya tutsana.” dedim. Mark da birazcık daha aşağıya indirerek tutmaya başladı. Eun az önce birazcık ağlamıştı (acıdan, kesinlikle memelerinin büyümeyeceği korkusundan değil) ve Markʼın da üstünü değiştirirken muhtemelen aynı sebepten ağladığına emindim. Yoksa gözlerinin kıpkırmızı olmasını başka şey açıklayamazdı.
Aniden şimdiki durumumuzu fark edip gülmeye başladım. Küçük kıkırtılarla başlayan bu gülüşüm gittikçe büyüdü, hatta o kadar büyüdü ki vurduğum çenem kıtladı ve canım çok acıdı. Ancak o zaman susabildim ama o “çıt” sesiyle beraber bu sefer Mark ve Eun gülmeye başladılar. Ben de gülümseyerek onlara eşlik ettim zar zor.
Sonunda kahkahalarını bitirip gülmekten akan gözyaşlarını sildiler ve o an benim telefonum çaldı.
Üniformamın cebinde olan telefonumu çıkardım. Bu aptal ümiformalarla uyuyakalmak da cidden rahatsızlık vericiydi. Şimdilik tek duam, uyurken eteğimin açılmamış olmasıydı.
Telefonu kulağıma götürdüm, arayan Sungjaeʼdi.
“Alo?”
“Alo? Kızım nerdesin lan sen?”
“Nerede olabilirim sence sevgili abiciğim?”
“Okulda olmadığın kesin. Annemin telefonuna mesaj geldi.”
“Ne?!” Büyük sıçmıştım. Annemin telefonuna mesaj gönderildiğini tamamı ile unutmuştum!
“Oppa~” Sesimi olabildiğince tatlı çıkarmaya çalıştım. Sungjae anneme mesaj geldiğini bildiğine göre annemin telefonu onda olmalıydı, değil mi?
“Ne istediğini biliyorum. Ve istediğin şey bende var. Annem bugün telefonunu evde unutmuş, şanslısın. Mesajı silebilirim. Ama benim de bir kazancım olmalı bundan.” Srıttığını hissettim. “Ayrıca artık aegyoların sökmez bana. Ergenlikten olsa gerek cidden çirkinsin.”
Bu çocuğu evire çevire dövmem lazımdı.
Derin bir nefes verdim ve pazarlığa başladım. O esnada Eun ve Mark da pürdikkat beni dinliyorlardı. “Sana kumbaramın yerini söyleyeceğim.”
“Yerini biliyorum zaten. Paraların neden her hafta eksiliyor sanıyorsun?” Ah, tahmin etmeliydim! “Tamam o zaman, sana büyük boy pizza ısmarlarım.”
“Şimdi konuşmaya başladın işte. Kaç tane canım kardeşim?”
“Bir tane!”
“Beni hayal kırıklığına uğrattın Mina. Seni daha iyi yetiştirdiğimi sanıyordum.”
Sinirle tısladım: “Tamam! Üç büyük boy pizza Allahʼın cezası! Daha fazla yükselmem!”
“Ayrıcaaaa?”
Yenilgiyle nefes verdim: “Ayrıca anneme benden para çaldığını da söylemeyeceğim. Kabul mü?”
“Hay hay, mesajı siliyorum ve akşama pizzalarımı istiyorum. Ayrıca ağzından tek bir şey kaçırdığını duyarsam şu saçma çizgi romanlarını paramparça ederim, anladın mı?”
“Onlara manga deniliyor gerizekalı.”
“Her ne haltsa işte.”
“Tamam, anlaştık, kapat. Ayrıca mesajı silerken videonu istiyorum.”
“Pekala, seninle anlaşmak büyük bir zevkti. Böyle adil antlaşmalara bayıldığımı bilirsin.”
“Ne kadar da adil bir antlaşma.” diye homurdanıp yüzüne kapattım ve elimle üç büyük boy pizzanın ne kadar tutacağını hesaplamaya çalıştım. Kumbaramın yerini değiştirmem gerekiyordu ayrıca. Yoksa üç ay kadar bir süre için harçlıksız ve beş parasız dolaşmak zorunda kalacaktım.
“Mina... İyi misin?” Eun endişeyle donuk donuk düz duvara bakan bana sordu. Ben de “İyiyim.” anlamında kafamı salladım. Mark ile Eun birbirlerine kaş göz yaparak uzunca bir süre bakışma şeklinde kavga ettiler. En sonunda Eun, hiçbir şey anlamayarak onları izleyen bana gülümsedi ve Mark da kararlı bir şekilde bana baktı.
“Sana olanları anlatacağız, Mina. Lütfen dikkatle dinle. Bu konu hakkında konuşmayı açıkçası pek sevmiyorum ama bunları bilmeden de gerçekten bir ekip olamayız. Bu sebeple bugünden daha uygun anlatacak bir gün yok. Ya şimdi ya hiç, anlatabildim mi?”