Ve Sonunda İstanbul!

183 10 1
                                    

 Otobüste uyuyakalmışım. Görevlinin sesiyle uyandım. İstanbul'a gelmiştik. Bacaklarım titreyerek otobüsten inip, valizlerimi aldım. Aklımda cevabını bilmediğim sorular.. Hiç tanımadığım bir şehir.. Bilmeden sokakları yürüdüm, arkama bakmadan. Üsküdar sahilinin vazgeçilmez martı sesleri, balık tutan insanlar, baba kız el ele gezen aileler... Hepsi içimi buruklaştırıyordu. Ama tek bir gerçek vardı ki; 
Yeliz’i aramalıydım. Sahile bakan banklardan birine oturup, elime telefonu aldım:
-Alo Yeliz?
-Vaay, Ekin! Sen beni arar mıydın ya.
-Aşkolsun Yeliz, araya sınavlar falan girdi. Yoksa arardım ben seni.
-Tamam ya şaka yaptım, hayrola ne oldu?
-Yeliz gelince anlatırım. Sen bana kaldığın evin adresini mesaj atar mısın?
-Tabi atarım, bekliyorum görüşürüz.
------Mesaj gelmişti. Yeliz’in evi Boğaziçi Üniversitesi’nin iki alt sokağındaydı. Yeliz, o üniversitede Mimarlık 2. Sınıftaydı. Hayali çok ünlü bir mimar olmaktı.. Biçare Üsküdar’ın güzel manzaralı bankından kalkıp, bir taksi çevirdim, Yeliz’in evinin yolunu tuttum...

Hayatımın nasıl bir akış izleyeceğinden habersiz çaldım Yeliz’in kapısını. Kapıyı hiç tanımadığım kısa boylu, cılız bir kız açtı.
-Kimsin? (Acaba yanlış mı gelmiştim?)

-Şeyy ben Yeliz’i…
-Ekiin! İçeri gel, diye bağırdı arkadan Yeliz. (Bu ses içime su serpmişti.)
 Ayakkabılarımı çıkarıp bavulumla içeri girdim. Oldukça tatlı, şirin bir evdi burası. Cılız kız beni salona aldı. Yeliz’in sesi vardı, cismi yoktu. Salonda otururken evi inceledim biraz. Mavi, pembe duvarlar, sarı yeşil çerçeveler. Camın önünde mor menekşeler, mutfakla birleşik küçük bir salon… Tam Yeliz’i yansıtan bir görüntü.
-Kusura bakma Ekin, duştaydım gelemedim.
-Önemli değil Yeliz, deyip sarıldım. Gözlerim dolmuştu. Nedeniyse çok karışıktı. Yeliz’i çok özlediğimden mi, yoksa evden kaçtığım için acımın yüreğimde sızı yapmasından mı, anlamadım. Olan biteni Yeliz’e anlattım. Şaşkın şaşkın bana bakıyordu:
-Ekin, sana inanamıyorum. Tüm bunları sen yapmış olamazsın.
-Yeliz, rüyada gibiyim sanki. Birisi bana böyle şeyler yapacağımı söylese gülüp geçerdim. Ama hayallerim uğruna tüm bunları göze alıp, senin yanına geldim.
-İyi hoş, güzel de bu ev çok küçük 3 kişi nasıl yaşarız burada?
-Orası o kadar önemli değil, ben salonda da yatarım. Çalışırım da, bütçeye katkım olur. (Yeliz’i ilk defa bu kadar şaşkın görüyordum.)
-Sen… Salih Ağa’nın kızı bu evde yaşayacak, salonda yatacak, üstelik bir işte çalışacak öyle mi?
-Ne yazık ki tüm bunlara alışmalıyım… Kısa bir sessizlik oldu.
-Kusura bakmayın, bölüyorum ama.. Ben Zehra, diye elini uzattı cılız kız.
Yeliz bana Zehra’dan hiç bahsetmemişti. O yüzden Fransız kaldım, bu cılız kıza.
-Ben de Ekin. Yeliz’in kuzeniyim. Mardin’den geliyorum. Sanırım bundan sonra beraber yaşayacağız, dedim sırıtarak. Kız çok içtendi Yeliz’e nazaran. Yeliz şokunu hala atlatamamıştı, biz de Zehra’yla biraz sohbet ettik.
-Ne okuyorsun sen Zehra?
-Ben Boğaziçi Hemşirelik okuyorum, 2. Sınıftayım. (Hemşirelik deyince aklıma Selda geldi, canım arkadaşım çok üzülmüş müdür acaba benim gitmeme. Zehra’yla da çok iyi anlaşırlardı.)
-Ne güzel, ben de İngilizce Öğretmenliği okuyacağım. J
-Hadi bakalım ağa kızı, sana kahve yapayım nasıl içersin kahveni, dedi Yeliz, şoktan çıkarken.
-Orta içerim dedim imalı gözlerle.
Mutfağa gidip Yeliz’e:
-Yeliz, lütfen bana ağa kızı deme. Yani kimsenin benim bir ağa kızı olduğumu bilmesini istemiyorum.

-Niye, ama bu kötü bir şey değil ki.
-Biliyorum, ama insanların bana o gözle bakmalarını istemem. Ayrıca babam da peşime adamlarını takmadıysa muhtemelen evlatlıktan reddetmiştir beni. Yani ağa kızı falan değilim, dedim içim ağlaya ağlaya…

 Hava kararmıştı. Bizim Yeliz’le sohbetimiz baya koyulaşmıştı. Pembe panjurlu bu şirin evin penceresinin önünde oturuyorduk. Zehra mutfaktan seslendi:
-Yemek hazır, bayanlar!.. (Acaba bundan sonra da tüm yemekleri Zehra mı yapacaktı?)
Aslında fena olmazdı beni için. Yeliz’le masaya oturduk. Ben bir an duraksadım. Masada sadece çorba, makarna ve salata vardı. Mardin’de en az 5-6 çeşit yemek olurdu. Hiç böyle bir masada yemek yememiştim. Bozuntuya vermedim. Ama buna alışmam pek kolay olmayacak gibi görünüyordu.
-Size layık değil ama Ekin Hanım, bizim öğrenci evinde sadece makarna pişer.
İşte o an makarna boğazıma kaçtı! Öksürmeye başladım. Zehra’yı gülme tutmuş, kahkaha atıyordu.
-Nasıl yani, her gün makarna mı yiyeceğiz? Kebap, köfte, pirzola, ızgara, oturtma… hiçbiri mi olmayacak? (İşte şimdi de şaşırma sırası bendeydi.)
-Ekin sen nasıl bişeysin öyle ya, yaparsan yeriz, dedi Zehra gülmeyle.
En son Baran hastalandığında bir çorba yapmayı denemiştim, mutfaktan çıkamamıştım. Bizim yemeklerimizi hep Feride abla yapardı.
-Yok ya, ben aslında severim makarnayı. Hem bir sürü çeşidi var, her gün farklı yeriz diymi? Spagetti, kelebek, bürgü, uzun, kısa, fiyonk mankarna… Hem renklileri de var. (Yandım ki ne yandım!)
Yeliz’le Zehra birbirlerine bakıp kahkaha kopardılar. Ben de onlara eşlik ettim...

 İşte basit bir makarnadan bile kendilerine ziyafet hazırlayıp, daima gülebilen insanlardı bu insanlar. Şirin evlerinde yaşamlarını devam ettiren, kendi halinde yaşam süren iyi kalpli insancıklar… 

İmkansızım OlHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin