9. Bölüm

17.4K 1.2K 317
                                    

Biraz gecikmiş olsam da geldim. Sınır geçince yazmaya başlayacaktım ama panomda belirttiğim gibi işlerim çıktı.

Eh boş beyinle de yazamıyorum 😅

Gecikme için kusura bakmayın lütfen.

🖤

Ona, Dağhan ile aralarındaki ilişkiyi sorsalar. Hiç şüphesiz başını kaldırır, buruk bir gülümsemeyle başlardı konuşmaya.

"'Sana gelememek, senden gidememek.' diye bir söz var" der. Mağrur bakan gözleriyle uzaklara dalardı sonrasında.

Sevmenin bu acı yanıyla daha önce karşılaşmadığı için afalladığını anlatırdı uzun uzun.

Şımarıkça bir şikayet etmek değildi bu. İçinin cayır cayır yanıp buna rağmen hiçbir şey olmamış gibi gülümsemeye devam etmeyi herkes başaramazdı sonuçta.

Gücü boşalmış bedenini zar zor konağa soktuğunda büyük kapıya sırtını yaslayarak derin bir nefes almaya çalışmıştı. Yüreğinde hissettiği acı soluklarını kesmiş, gözlerinin yaşarmasına neden olmuştu.

Tüm sesler susmuş, tüm beyninde tek bir isim yankılanıyordu.

Mihrican.

Elinde bu kesin olmayan bilgiyle kalakalmışken kime doğrulatacağını da bilmiyordu.

Kimseye soramazdı ki.

Kocasının geçmişini kurcalamanın yakışı kalmazdı. Ama bu bilgiyle de öylece kalakalmak ağır geliyordu.

Sarsak adımlarla mutfağa girerek bir bardak su içtiğinde az da olsa kendine gelebilmişti.

Merdivenlerden hayalet gibi süzülerek odasına girdiğinde dudaklarını birbirine sıkıca bastırarak yatağa uzandı.

Yan dönerek avucunu yanağının altına koyduğunda gözleri odanın bir köşesine dalmış, yine ona ağır gelen düşüncelerin altında ezilmeye başlamıştı.

Her şeyden çok aralarına girdiği düşüncesi mahvediyordu onu.

Ve en önemlisi o kıza ne olmuştu?
Mihrican'ı unutamayacak kadar çok seviyorsa neden onunla evlenmemişti?

Bu konakta olan olaylar yüzünden kafayı yeme aşamasına gelmiş olabilirdi!

Gözleri daldığı boşluktan kurtularak makyaj masasına takıldığında aklına gelen şeyle bir anda doğrulmuş, dönen başını umursamadan ayağa kalkmıştı.

Masasına giderek çekmeceyi usulca açtığında kardeşi Dilçem'in verdiği kremleri almıştı eline.

Parmak uçlarıyla şakaklarını ovalayıp kısa bir süre kremlerle bakışmaya başladığında bunları kocasına nasıl sürdürebileceğini düşünüyordu.

Aklına gelen fikirle gözleri irice açılırken hızlı adımlarla banyoya girerek kişisel eşyaların bulunduğu dolabı açmıştı.

Orada yarısına kadar boşalmış olan güneş kremi kutusunu aldığında olabilecekleri tarttı kafasında.

Dağhan'ın derin güneş izlerine iyi gelmesi için bunu sürmesi gerekiyordu. O asla izin vermeyeceğinden bu yönteme başvurmak en iyi olandı.

Aslında Çiya'nın, kocasının dış görünüşüyle hiç bir şikayeti yoktu. Ne de olsa Dağhan'ı bu hâliyle sevmişti.

Ama gel gör ki kocası, diğer insanların kötü tepkilerine öyle çok maruz kalmıştı ki en ufak rüzgardan nem kapan biri hâline gelmişti.

          

Hiç düşünmeden güneş kremini başka bir kaba aktarırken boşalan şişeye güneş lekeleri için getirilen kremlerin kullanma talimatına dikkat ederek boşaltmıştı.

Neyseki kutunun ağzı tüp şeklinde değildi de rahattı.

Yeni hâliyle dışında güneş kremi yazan ama içinde lekeler için krem olan kutuyu Dağhan'ın bölümündeki dolaba koydu.

Şimdi geriye sadece bunu kocasına sürdürmesi kalmıştı.

Çabuk değişen ruh hallerine artık şaşıramayacak kadar tuhaflaştığının farkındaydı.

Az önce hissettiği hayal kırıklığı ve acıdan dolayı ağlayan o değilmiş gibi kocasının yüzündeki lekelerin derdine düşmüştü.

Kuruyan boğazını ıslatmak adına ağırca yutkunduğunda küçük bir öksürük nöbetine girmişti.

Ağrıyan boğazı nedeniyle yüzü ekşirken yazın ortasında nasıl hasta olduğuna şaşıramıyordu bile.

Bünyesi zayıf olan insanların ortak noktası buydu. Yapacak başka bir şey de yoktu.

•••

Akşama doğru Çiya mutfağa girecekken çalan avlu kapısına kaşlarını çatarak baktı.

Kocası gelmiş olmalıydı.
Kalbi burkulsa bile yüzündeki gülümseme hemen kıvrımlarına dolmuştu.

Seri adımlarla giderek kapıyı açtığında altı kişi birden görerek kaşları şaşkınlıkla yukarı açıldı.

İlk önce kocasının buz mavilerine uğrayan gözleri babasına kaydığında dudaklarındaki gülümseme büyüdü.

Ferman Bey gözlerindeki endişeyle ona bakıyordu.

"Hoş geldiniz." derken önce kapıdan kayınbabası Adar Ağa girmişti.

"Hoş bulduk buke (gelin)."

Dağhan ile Devran'da içeriye girip avluda durduğunda Ferman Ağa tek adımla kızının önünde durarak Çiya'nın küçük yüzünü avuçları arasına almıştı.

"Benim güzel kızım hastalanmış, öyle duydum?"

Çiya, mahcup bir şekilde başını öne eğerken bademcikleri yüzünden kısılan sesiyle konuştu.

"Ama şimdi iyiyim. Bak bir şeyim yok."

"Sesin hiç öyle demiyor ama."

Gülümseyen kadın ellerini, yanağının üstünde duran ellerin üstüne kapattığında babasının mavi gözlerine baktı.

"İnanmıyorsan her zaman ki gibi bakabilirsin ateşime."

Ferman Ağa gülümseyerek kızı ateşlendiğinde her zaman yaptığı gibi alnını öpmüştü.

Tatmin olmuş bir şekilde 'hmm'layarak geri çekildiğinde gözlerini daha çok açmıştı.

"Ateşiniz yok Çiya Xanım (hanım)!"

"Söylemiştim Ferman Bey."

İkisi de etrafındaki insanlardan soyutlanmış gibiydi. Ferman Ağa için kızı Çiya o kadar değerliydi ki eline diken batsa o dikenin acısını kalbinde hissediyordu.

Hasta olduğunu duyduğunda konakta duramamış, oğullarının peşinden o da gelmişti kızını görmeye.

Kapıda karşılaştığı dünürü kapıyı çaldığında sabırsızlıkla beklemişti Çiya'yı görmeyi.

İşte şimdi avuçları arasında duruyordu güzel yüzü. Kısık sesine rağmen de iyiydi.

Işıltıyla bakan gözleri buğulandığında kızında fark ettiği detay içini burkmuştu.

ZEVAHİR (Çirkin Ağa) ASKIYA ALINDI!Where stories live. Discover now