0.0

367 49 138
                                    

here we go  spectrelarry  kirmizibasliklilady

✩ ✪ ✫

"SİKEYİM YETER!"

Louis neredeyse yarım saattir yatağından kafasını aşağı sallandırmış, tavanındaki atış tahtasına ninja bıçakları fırlatıyordu. Sıkıntıdan ölmesine çok az kalmıştı.
"Biriniz bana meydan okusanıza. Dövüşelim, antrenman yapalım, birilerine sataşalım. SIKILDIM!"
Louis bağırıp kendini yere attı. Ares kulübesi oldukça sesli olsa da hepsi kumral genç adama dönmüşlerdi. Ares kulübesinin en büyüğü olduğu gibi en kaos sever ve güçlü melez de oydu.

O oflayarak yatağının üstüne çıkıp tavandaki bıçakları sökerken tüm kardeşleri de işlerine dönmüşlerdi. Hiçbiri Louis'ye kafa tutacak veya onunla savaşacak kadar delirmemişlerdi. Louis onlardan bir şey çıkmayacağını anlayarak gözlerini devirdi ve kulübeden çıktı. Hermes kulübesinde gözlerini gezdirdi ama onlar da Louis'yi görünce bakışlarını başka yöne çevirmişlerdi. Gözlerini devirerek ofladı. 
"Harika."

"Percy!"
Louis kamp danışmanını görünce ona doğru koşmaya başlamış ve birkaç saniyede yanına ulaşmıştı. Bay D ile konuşan Percy sözünü yarıda kesip diyeceği şeyi bekleyerek bakışlarını Louis'ye döndürdü.
"Benimle dövüşmek ister misin?"
Percy gülerek kaşlarını kaldırınca Louis cümlenin saçmalığına göz devirip düzeltti.
"Çok sıkıldım. Kimse de benimle antrenman yapmıyor. Savaş çıksa kulübede yatar bunlar!"

Percy gülerek kafasını sallayınca Dionisos oflayarak uzaklaştı. 21 yaşına gelmesine rağmen hâlâ hiperaktif bir velet gibi davranan Ares oğluna kötü bakışlar atmayı da es geçmedi.
"Niall geldi bu arada. Onu gördün mü?"
Louis'nin yüzü aniden aydınlanınca Percy omzuna vurup "Seni savaş alanında bekliyorum. Ve su kullanacağım." dedikten sonra uzaklaşmaya başladı. Louis de o gider gitmez yedi numaralı kulübeye koşmaya başlamıştı.

"FAVORİ CİVCİVİM!"
Niall duyduğu sesle gözlerini havaya çevirdi.
"Canım Tanrı ve Tanrıçalarım... YİNE Mİ?"
Niall'ın tüm çocukluğu ve gençliği onunla uğraşan bir Louis Tomlinson ile geçmişti. Oflayarak kabinden çıkıp gördüğü heyecanlı bedene kollarını bağlayarak baktı.
"Yine ne var baş belası?"
Louis kırılmış gibi yapıp dudaklarını büzünce Niall istemsizce kıkırdamıştı. Louis'nin onun üzerine atlayıp yapılı saçlarını bozması ve yere yıkıp üstüne çıkması yalnızca bir saniye sürmüştü.

Akşamüzeri güneşi, Güneş Tanrı'sının oğlunun sarı saçlarında parlıyordu. Niall gülse de yanaklarını sıkıp saçını dağıtan Louis'yi üstünden atmaya çalışıyordu.
"Louis rahat bırak beni!"
Louis kafasını iki yana sallayıp onu gıdıklamaya başladığında Niall altında kahkahalar atarak kıvranmaya başlamıştı. Niall güneş ışınlarını Louis'nin gözüne yönlendirip körlüğünden yararlanıp kaçmayı planlıyordu ama başaramıyordu.

Louis onu kenara savuran sudan bir yumrukla kendini çimenlerin üzerinde buldu. Percy'i çok mu bekletmişti? Kafasını kaldırıp baktığında gördüğü oğlanla gözlerini devirdi.
"Payne?"
Liam onun ıslak hâline gülerek Niall'a elini uzatıp yerden kaldırdı.
"Naber Tommo?"
Louis en sevdiği tişörtünün ıslandığı gerçeğini fark ederek sinirle ayağa kalktı. Bileğiyle havada ufak bir daire çizdiğinde elinde büyük, keskin bir kılıç belirmişti.

Niall gülmeyi kesip Liam'ın arkasına geçti.
"Kıçından kılıç mı çıkarrtı o?"
Niall sorunca Louis gözlerini devirip kılıcını tek hamlede Liam'ın boynuna dayadı.
"En sevdiğim tişörtümü ıslattın. Zaten kavg-"
Liam vücudundaki suyu kullanarak Louis'yi geriye itip o dengesini kaybedince yumruğunu sıkarak tişörtünün içine sıkışmış tüm suyu bir top haline getirerek çimlere doğru fırlattı.
Louis bu sefer kuru bir şekilde poposunun üstüne düşmüştü. Gözlerini devirerek "Sağol be." deyip bileğini tekrar döndürerek kılıcı yok edince Liam onu da yerden kaldırdı.
"Yine kılıcı götüne soktu. Gördün mü?"

Louis yine ona gözlerini devirip sertçe sarı saçlarını dağıttı. Bileğini ikisinin ortasında tutup titanyumdan yapılma zincir bilekliğini gösterdi, ince zincire takılı altın bir kılıç figürü vardı.
"Babam son görevimden sonra hediye etti. Kılıç öfkeme bağlı olarak alev alabiliyor; ilahi bronz, titanyum ve altın alaşımı yani en sağlam metal."

İkisi de bilekliği incelerken Louis omuz silkti. Babasının hediyesi olan yakut yüzüğün yanında basit kalıyordu.
"Her neyse. Gelmenize sevindim."
İkisi onun nazikleşmeye başladığını düşünmeye kalmadan muzırca sırıttı.
"Artık sizinle uğraşabileceğim. Sıkılıyordum, iyi ki geldiniz!"
Louis gülerek uzaklaşmaya başlarken Liam kafasını iki yana sallayarak Niall'ın omzuna kolunu attı.
"Hiç büyümeyecek değil mi?"
Niall da gülerek omuz silkti, Louis'nin asla büyüyebileceğini düşünmüyordu.

"Payno biricik abini pataklayacağım! İzlemek isterseniz savaş alanında olacağız!"
O uzaktan gülerek bağırdığında Niall ürperdiğini hissetti. O kollarını ovuşturarak Liam'a sokulurken Louis de kaşlarını çatarak havaya bakmaya başlamıştı. Poseidon çocukları ne zamandır fırtına çıkarabiliyordu?

Şimşekler çakan kara bulutlar tüm kampın üzerini kapladığında hepsinin gözleri kampın girişine dönmüştü. Liam gözleri büyürken ağaçlığa doğru koşmaya başladı. Bir melez geliyordu ve Zeus bu melezi istemiyordu.
"Louis o kılıcı çıkart!"
Liam koşarken bağırdığında Louis tek bir kez kafasını sallayıp çevik bir hareketle yeniden kılıcını eline aldı. O da Liam'ın peşinden geçitten çıktığında gördüğü manzara gözlerini büyütmesine sebep olmuştu. Yıllardır onlarca yaratıkla savaşmıştı ama böyle bir karmaşa gördüğünü düşünmüyordu. Liam ve Niall da kendisi gibi şokla bakıyordu.

Ağaçlıkların arasından koşarak fırlayan Percy bile bir an durakalmıştı.
"Bedenleri kara bulutlardan oluşmuş canavarlar mı görüyorum?"
Percy onaylamak için sorduğunda üçü birden aynı anda kafalarını sallamışlardı. Tüm canavarların ortasında birisi vardı. Niall kaşlarını çatarak ellerini adamın tam üzerindeki kara bulutlara uzatıp onu aydınlatacak bir açıklık yarattığında 3 metre yanlarına gürültülü bir yıldırım düşmüştü. Dördünün de kulakları çınlarken yana savrulmuşlardı.

Louis, Niall'ın kafasına vurup sendeleyip sekerek ayağa kalktı.
"ZEUS'A KAFA TUTMAK NE APTAL!?"
O duyamadığı için avazı çıktığı kadar bağırırken Percy de dalgakıranını çıkartmıştı. "Fırtına minotoru benimdir!" O bağırarak uzaklaşırken Louis gözlerini devirdi. Canavar bedenindeki fırtına ruhlarının ortasındaki beden yere çökünce gök gürlemişti, hepsi Zeus'un kahkahasını hissetmişlerdi neredeyse.

Percy, Liam ve Louis birer canavara saldırdıkları sırada yer sarsılmaya başlamıştı. Toprakta çatlaklar açılırken her bir çatlaktan iskelet savaşçılar çıkıyordu. Louis tam bir savaşın ortasında olduğunu hissederek iyice güçlenirken boynuna sarıldığı canavarın boğazını kılıcıyla kesip bir çığlık eşliğinde buhara dönüşmesine sebep olmuştu.

Yerdeki adam deriden yeşil kamuflaj ceketinin siyah penye şapkasını indirip yara bere içinde olmasına rağmen sırıttı. İskelet ordusu buluttan canavarlara saldırıp oyalamayı başarmıştı. Louis gördüğü yüzle şaşkınlıkla donakaldı. Gölgeler Kralı'nın melez kampında ne işi vardı?
"Zayn?"
Hades'in oğlu alaylı bir gülüşle ona başıyla selam verip kampa koşmaya başladı.
"Oyalamayın enayiler! O ordu bir Tanrı'nın gücüne çok direnemez!"

Hepsi Zayn'in bağırmasıyla kampa geri koşmaya başlarken canavarların ve iskelet ordusunun ortasına bir yıldırım düştü.
"Sikeyim!"
Zayn acıyla inleyip tökezlediğinde Liam onu kolundan tutarak kaldırıp koşmasına yardım etmişti. Poseidon'un oğlunun Hades'in oğluna yardım ettiğini gören Zeus iyice hiddetlenmişti. Bir metre kadar arkalarına düşen güçlü yıldırımla hepsi ağaçlıklara uçmuşlardı.

Sınırdan geçmiş oldukları için kara bulutlar yavaşça dağılırken Zayn ağzındaki kanı yere tükürdü. Çok yıpranmıştı.
"Koyduğumun Tanrısı!.."
Bayılmadan önce sinirle mırıldanıp yüz üstü yere çakıldı.

The Half-blood ManorWhere stories live. Discover now